Yollar bizi nereye çıkarırsa gezmek belkide en sevdiğim şeylerden. Köksüz bir ruhum var aidiyeti düşük, yeni yerler görmek heyecanı sürekli içimi kemiriyor.
Bu kez sizleri Almanya'nın ulaşım ve finans merkezi Frankfurt'a görüreceğim. Kanaatimce yanlış anlaşılmış kentlerden birisi burası. Kronberg, Heidelberg ve Ren vadisindeki Koblenz - Eltz - Cochem rotalarının buraya yakınlığı düşünülürse kendi başına veya değişik birliktelikler halinde iki veya dört gün keyifle gezilebilecek bir yer.
Frankfurt'un ilk göze çarpan özelliği Almanya'da gökdelenler bulunan tek kentin burası olması diyebiliriz. Almanlar ülke planlaması içerisinde kenti Lufthansa ve hava ulaşımının merkezi olarak düşünmüşler. Aynı durumun uzantısı olarak da ülkenin tüm bankacılık merkezi burada. Main resminden görülen bu siluetteki yüksek binalar hep finans merkezlerinden oluşuyor.
Kentin içerisinde de çok sıklıkla bu eski yeni sentezi durumu görebiliyorsunuz. Büyük camlı gökdelenlerin fonlamasında 200 yıllık binalar tezat oluşturacak biçimde duruyor. Kentin bir özelliğide 750.000 kişi olan nüfusunun %52'sini yabancıların oluşturması. Resmi kayıtlara göre 27.000 Türk, 23.000 Amerikalı ilk iki sırayı oluşturuyor. Balkanların hemen tamamı, Polonya, Rusya, Ukrayna derken liste uzayıp gidiyor.
Kısacası yabancı nüfusun Almanlardan daha fazla olduğu bu kent adeta Almanya'nın New York'u gibi denilebilir. Sokaklardaki insan ve dükkan profilinde bu yabancı yoğunluğunu hemen farkedebiliyorsunuz.
Resimdeki valizlerden de anlayacağınız gibi kentteki ilk durağımızdayız. Uçaktan inip ilk geldiğimiz yer Hauptwache. Yerden bahsetmeden önce ulaşım hakkında bir kaç küçük detay vermek istiyorum. Havaalanı kente çok yakın 10 dakikalık bir yolculukla direk trenle gelmek mümkün. Yolculuk için 18 euroluk main ticket alırsanız havalimanı dahil tüm kent ulaşımında bir gün kullanabiliyorsunuz. Havalimanına gitmeyecekseniz 12 euroluk day ticket en iyisi. Main bileti aynı zamanda Kronberg içinde kullanılabiliyor. (Merak edenler Kronberg yazısına bir göz atabilirler)
Hauptwache kelime anlamı ana koruma demekmiş. Eskiden amerikan ordu karargahı varmış burada. Kendi gitmiş adı kalmış yadigar. İki eski yapı dışında oldukça yeni binalar ile çevræmlı olmayan bir meydan burası. Ancak kentin ana ulaşım merkezi ve kentte gezilecek noktaların çoğu buraya çok yakın bu yüzden illaki yolunuz düşecek.
Meydanda en eski yapı Hauptwache binası bu eski karargah binasıymış. Şimdilerde kafe olarak hizmet veriyor. Frankfurt'a geldiyseniz bu binayı illaki göreceksiniz çünkü burası çok merkezi bir yer.
İçi oldukça modern döşenmiş güzel bir mekan. Buralarda biraz vaktiniz varsa bu kafeye bir şans vermenizi öneririm. Güzel kahve, nitelikli yiyecekler sunuluyor, çalışanlarda oldukça yardımsever.
Tarih boyunca burada durmuş bu bina, kafenin içerisinde eski resimleri de sergileniyor. Yakın zamanda el değiştirmiş bu nedenle menüleri bir miktar değişmiş eski zamana göre. Bu nedenle eski yazılarda önerilen bazı şeyleri bulamayabilirsiniz.
Ancak şinitzeli denemenizi öneririm. Resimde sol yanda gördüğünüz "yeşil sos" Frankfurt'a özgü bir şey. Bir kaç değişik sunumunu yedik, hatta marketlerden de iki değişik hazır halini satın aldık. Oldukça lezzetli, yoğurt tabanlı bir gıda içerisinde çok sayıda ot ve baharat var. Yemek fakiri Almanya'nın özgün bir kaç ürününden birisi diyebilirim. Frankfurt'a gelirseniz en az iki kez yeşil sos denemenizi öneririm.
Hauptwache meydanında kiliseye sırtınızı dönecek olursanız sağınızda kalan cadde Zeil Strasse ki burası kentin ana alışveriş caddesi. Nedendir bilinmez tüm kentleri savaşta yıkılan Almanlar binaları aynen restore ederken buraya hep yeni binalar yapmayı tercih etmişler. Her daim kalabalık her daim hareketli bir yer burası. Ancak Almanya'nın soğuk bir ülke olmasından dolayı dükkanlar AVM tarzı büyük yapılaşmalar şeklinde. Yine de ortasına oldukça yeşil bir bant yaparak güzel bir hava katılmış.
Cadde her daim hareketli ve pek çok kategoride dükkanlar var. Resimdeki ayı ülkenin sembolü bu yüzden pek çok kentte ve noktada ayı sembolü görebilirsiniz.
Cadde üzerindeki ilk AVM Galeria Zeil. Büyük, güzel ancak bir bakıma da klasik bir avm modeli. Bu nedenler çok alışveriş peşinde değilseniz ikinci seçeneği değerlendirin derim.
İkinci ve en meşhuru da bir İtalyan mimarın tasarladığı MyZeil adlı bir bina. Resmine ilk baktığınız anda bile farklı tasarımı sizi etkileyecek. Sanki bir göktaşı çarpmış büyük bir delik oluşturmuş gibi görünen çok farklı bir tasarımı var.
İçine girdiğinizde karşınızdaki merdiven sizi direkt en üst kata çıkarıyor. Sonra siz geze geze iniyorsunuz. İç mekan görünümü de çok farklı ve alımlı. Alışveriş sizi yorarsa en üst katına bir bakın.
Çok farklı tasarımı olan alımlı bir yer. Biz alışverişten çok mimarinin farklılığına bakmak için girdik doğrusu. Ancak girmişken de bir kahvesini içmeden olmazdı.
Ülkemizde de bulunan Big Chef's camın hemen önündeki konumuyla bizi kendine çekti. Garson siparişimizi aldıktan sonra istediklerinizi resimdeki robot arkadaş getiriyor.
Gelip masanızın önünde duruyor, yan dönüyor siz aldıktan sonra getirdiklerinin doğruluğunu onaylamanızı istiyor. Onayla beraber size gülümseyip gidiyor.
Cadde de Almanlara nispet yapar gibi bir Tesla mağazası da var. Ancak elektrikli araba konusunda Almanya da Amerika'dan hiç geri kalır durumda değil doğrusu.
Gezinizi Kasım ortasından itibaren bir tarihe denk getirecek olursanız kentin kendi dokusunun içerisine eklenmiş olan noel çarşılarının renkleri sizi sarmalayacaktır.
Sadece noel çarşıları değil binaların girişlerindeki güzel çiçekler de böylesi soğuk bir ülkede insanı şaşırtabiliyor.
Hauptwache'den Zeil'e doğru yönelin sağa doğru giden sokağa girin. O sokağın ışıltısı ve kalabalığı sizi oyalarken kentin tarihi meydanına doğru yönelmiş olacaksınız.
Burası Römer Meydanı. Bombalamadan önce de tarihi meydan burasıymış. Bu bölümü restore etmişler. Tüm şirinlikleri ile klasik Alman tarzı evler, modern Zeil ortamına bir kaç sokak mesafede duruyor.
Renklerin uyumu, binaların pasta gibi dokusu çok hoş doğrusu, buraya neden masallar ülkesi dediklerini anlıyor insan. Almanya'nın en modern dokulu kentinde bile bir bukle tarih ve eskiyi yadetme tapınağı gibi adeta bu meydan.
Resimleri biraz sıkışık planda çektim meydanın genişliğini gösteremedim çünkü meydanın ortasında hummalı bir noel pazarı kurma faaliyeti vardı.
Karşınızdaki binalar tarihi belediye binası. Halen belediye işleri için kullanılıyormuş. Kapısında Almanya bayrağı yanında Ukrayna bayrağı vardı. Almanya'nın savaşta takındığı net tutumu biz buradan tam göremiyoruz sanıyorum. En az dört yerde Ukrayna bayrağı gördüm Frankfurt'ta.
Binaların hemen üzerinden görünen dev banka gökdelenlerinin çatılarının oluşturduğu tezat kentteki eski yeni sentezi görselinin bir başka şekli gibi.
Meydanda bu amblem olan şirin binayı bulun ve arkasındaki sokağa girin.
Kenarda müzik yapanların kattıkları küçük coşkulu hava ile oldukça hareketli bu sokak sizi katedrale doğru çıkaracak.
Yol üstünde beklerken gördüğüm bu köpek sahibi alışverişe gittiği süre boyunca öyle heykel gibi bekledi sahibini. Resimdeki kişi sahibi değil gelip geçerken pek çok insan sevdi onu ama hiç ciddiyetini kaybetmeden pozisyonunu korudu.
Size tarif ettiğim sokağı takip edince kentin yeni düzenlenmiş meydanına çıkıyorsunuz. İngilice adı "New Old Town" ancak kelime makul bir şekilde bir meydan tariflemediği için böyle lafı dolandırdım. Eski kent merkezi yıkılınca burası yeni olsun demişler 200 yıllık mimari tarzını takip eden eski ama orjinal olmayan yeni bir plan denemişler. Nasıl mı olmuş? Ben beğendim resimlere bakın sizde kendi kararınız verin.
Renk, doku ve bütünsellik olarak çok başarılı. Bir de yazın gelsen oturup bir kahve içmenin çok keyifli olabileceği bir meydan.
Karl Marx'ın maviliği, binanın maviliğine karışarak sanki bir bütünmüş gibi görünüyor.
Sokakta ileri doğru devam edin. Renkli vitrinler ve sempatik hediyelikçiler size eşlik edecekler. Ancak fiyatlarının çok da sempatik olduğunu söyleyemem. Tamam biz biraz fakirleştik ama buradakiler de biraz zengin işi.
Şöyle köşesinden çekince gemi puruvası gibi görünen bu bina Frankfurt'un en güzel eviymiş. Kim seçmiş bilemiyorum ancak süslü ve alımlı. Altında bir kafe var ve önünde bir çınar ağacı. Soğuktan donma tehlikesi olmayan bir mevsimde gelirseniz burada oturmakta çok keyifli olabilir.
Altın yaldızlı işlemeleri güzel ama benim çıtam biraz yükseldi sanırım en güzel evin biraz daha güzel olmasını beklerdim doğrusu.
Binanın hemen karşısında gotik yapısıyla Frankfurt katedrali var. Biz içine girmedik eğer siz arzu ederseniz girip bir bakabilirsiniz.
Adam bizim her attımız adıma bile karışıyor demezseniz buradan sola dönün. Güzel vitrinler size eşlik etsin.
Yaklaşık 100 metre ileride gösterişsiz bir binada Kleinmarkehalle adı verilen bir halk pazarı var. Çiçek, yiyecek, baharat, meyve pazarı gibi yerler hep bir kültürel aktivite gibi gelmiştir bana.Bu yüzden pazarlar hep ilgi odağım olmuştur.
Burada değişik baharatlar denedik hatta beş çeşit karabiberden oluşan bir baharat da aldık. Hemen ayak üzeri yemek servis eden dükkanlar, değişik turşular da burada bulunabilecekler arasında sayılabilir.
Değişik mantarlar gördüm, bunlar kültür mantarı mı yoksa doğadan mı toplanmış bilmiyorum. Ancak bu konuda net bir ikilem yaşıyorum. Bir yandan bunların tadına bakmak istiyorum, bir yandan da zehirlenme kaygısı taşıyorum ve sonuçta hep es geçiyorum.
Son olarak atlanmaması gereken bir nokta da Glühwein ya da Alman sıcak kış şarabı. Tamamen yöresel bir ürün eğer daha önce denemediyseniz özellikle tadına bakmanızı öneririm. Bir tür baharatlı şarap aslında ancak tencerede 70 dereceye kadar ısıtılıp servis ediliyor. Daha yüksek ısılarda içindeki alkol buharlaşıyor bu nedenle kaynatmayın. Soğuk Almanya kışında özellikle noel zamanı hemen her köşede Glühwein satıldığını görebilirsiniz. Bu ülkeyi ziyaret ederseniz atlamamanızı öneririm.
Pazardan sonra tekrar Römer'e gelip nehre doğru devam edin. Solunuzda gördüğünüz yapı Frankfurt şehri tarih müzesi. Hoş bir sunumu var vaktiniz veya ilginiz varsa düşünebilirsiniz.
Nehir kıyısına gelince karşınıza çıkan köprü Eisener Steg adlı bir yürüyüş köprüsü. Aslında kentteki pek çok köprüden sadece birisi ama klasikleşmiş bir Frankfurt manzarasına sahip olması nedeniyle en popüler köprü diyebilirim.
Bu köprüde de asma kilitler asma geleneğinin izlerini görüyoruz. İnsanlar dünyanın her bir köşesinde bir yerlere kilit asıp kendilerini oraya bağlamayı pek seviyorlar.
Kilitler bir yana köprünün iki yanında da çok hoş bir manzara ve güzel bir kent silüeti var. Katedral uzaktan yakınında olduğundan daha güzel görünüyor.
Diğer yakada ise neredeyse Frankfurt ile özdeşleşmiş kent silüeti göze çarpıyor. Sanıyorum bu denli yüksek binalardan oluşan bir kent manzarası ülkede sadece burada var. Çatısı dik üçgen gibi görünen bina Euro tower. Euro'nun merkezi orası, hemen önünde de bir Euro sembolü var. Kentin Main nehrinden yansıması da kendisi kadar güzel doğrusu.
Köprünün her iki kıyısı da güzel ve alımlı. Kente gelirseniz bu köprüyü atlamayın.
Kilit takmak işe yarıyor mu bilmiyorum ama kilitlerin rengi havanın griliğine nazire yapar gibi renklendirmiş her yeri.
Köprüden geri aynı kıyıya yürüyüp nehir kıyısından katedrale doğru yürüyünce resimde yolun hemen solunda görülen kafede bir oturmanızı öneririm. Adı Mainkai bu isim aynı zamanda bu kentte nehir kıyısındaki sahil kısmına verilen isim.
Kahvesi, tatlısı ortamı güzel az soluklanın çok yürüdünüz.
Eğer ayarlayabilirseniz Eschenheimer Tor adı verilen ve kendi ile aynı adı taşıyan metro durağı bulunan kuleyi görün. Masallardan fırlamış gibi görünen bu kule arkasındaki modern binalara nazire yapar gibi tüm güzelliği ile bir eski yeni sentezi oluşturuyor.
İki resim de Frankfurt Hauptbahnof yani ana istasyonundan. Geç vakte kadar hareketli, oldukça temiz güzel bir istasyon ancak çok büyük.
Ancak bu söylediğim iyi şeyleri çevresi için söyleyemeceğim. Evsiz insanlar ısınabilmek için sürekli burasının çevre sokaklarını doldurmuşlar. Gece vakti istasyon çevresinde tek dolaşmanızı önermem.
Yeni bir güne uyanıyoruz. Evimizden görünen Frankfurt silüeti, gündüz başka güzel gece başka güzel.
Ben sanat için çalışırken ailem de benim güzel resim çekme çabamı resmetmiş.
Hafif yağmur var ama neyse ki sizleri kapalı mekanlarda gezdireceğim bugün ıslanmazsınız. Yanınıza sadece kahvenizi alın yeter.
Unutmadan Almanya'da toplu taşımada maske takma zorunluluğu sürüyor bilmiş olun. Tüm kafe ve barlarda insanlar dipdibe otururken neden metrolar ve otobüslerde maske zorunlu ben mantıklı bir açıklamasını bulamadım.
Kentte ağaçların arasında bir dinozor görürseniz buraya Melih Gökçek'mi gelmiş diye düşünmeyin. Bilin ki Secktenberg Museum'a gelmişsinizdir. Burası Almanya'nın en büyük doğa tarih müzesi. Mutlaka vakit ayırın. Ancak bir detay vereyim buraya geldiğiniz gün Frankfurt kart alırsanız giriş parasından çok kar edersiniz bilmiş olun.
Gerçekten çok büyük bir müze biz üç saatte hızlandırılmış gezdik. Sizlere pek yakında sadece bu müzeyi tanıtan bol resimli bir yazı hazırlayacağım şimdilik kısa bir özet yapalım. İlk girdiğiniz bölüm büyük dinozorlar salonu ben hiç etkilenmem diyenleri bile hayran bırakacak etkileyicilikte.
Neredeyse bir çok filmin baş kahramanı olan T-Rex'in tam bir fosili mevcut. Benim gibi iri bir adamın bile bir lokmalık görünmesi gerçekten etkileyici.
Fosiller gerçekten çok güzel bir tane dinozor kemiğini de dokunmanız için koymuşlar. 80 milyon yaşında bir kemiğe dokunmak için bile bu müzeye gidilir ama daha acele etmeyin sürprizlerimiz henüz bitmedi.
Bin kadar fosil var size kısa bir özet göstereceğim ilgi duyanlar için detaylı müze yazısı da hazırlık aşamasında. Taşlaşmış bir antik anofel sineği çok etkileyici.
Bir örnek de bitkilerden. Detaylar ve korunmuşluk inanılmaz. Dünyanın eskiden çok farklı olduğuna inanmıyorsanız buranın fosil bölümünü gezince inanırsınız. Gerçekten dünyada büyük bir değişim yaşandığına sizi ikna edecek binden fazla fosil var.
Şimdi de fosil bölümünden Mineral bölümü'ne geçiş yapalım. Aranızda bundan mutfak tezgahı yaptırsak mı diye düşünen var mı bilmiyorum ama granitin güzelliğinden uzunca bir süre gözümüzü alamadık.
Binlerce mineral var; ikinci yazıda biraz daha geniş tanıtacağım ama bu işin zirvesi ile bitirelim. Bu nedir yahu, nasıl bir güzelliktir. İnsanın ağzı açık kalıyor. Nasıl oluşmuştur, nasıl bir kimyasal veya doğa olayı böyle bir şeyin ortaya çıkmasına sebep olmuştur? Aklımda deli sorular.
Yukarıda gördüğünüz resim kafeteryanın girişi. Kafeteryasının girişinde 20 milyon yaşında balık fosili olan bir müze hayal edin. Edemediniz mi gidin görün o zaman ya da ben sizi gezdireyim.
Üçüncü bölüm havyanlar. Sanıyorum yer yüzündeki hayvanların yarısının doldurulmuş hali vardır. Bunların yakalanmış olma fikri hoş olmasa da bu bölümde görsellik ve sunuş muhteşem.
Resimde gördüğünüz kuşa dikkatli bakım. Filmlerde hep tek boynuzlu pony isimli atlardan bahsedilir. Onlar var mıdır bilmiyorum ama tek boynuzlu kuş varmış onu gördüm.
Bu da dünyanın en küçük kurbağası. O kadar küçük ki boyutu iyi anlaşılabilsin diye bir parmakla birlikte resmettim.
Müzenin bir yerinde içeriğinin özeti sayılabilecek bir görsel hazırlamışlar. Ama tasarım ve sunuş hayranlık uyandırıcı.
Son iki resim böcekler kategorisinden kelebeklerin görseli çok etkileyici. Ama dünyada yakalamadık kelebek bırakmamışlar sanırım denecek kadar çok kelebek sergileniyor.
Ama eğer örümcek korkunuz varsa sanıyorum bu abi ile karşılaşmak istemezsiniz. Çevresinde insanlarla çektim ki boyutu daha net anlaşışabilsin diye.
Üç dört saat gezdik çok yorulduk bir şeyler yesek diye düşünürseniz çok yakındaki bu Hint restoranını hararetle öneririm.
Hint yemeklerine bakışımı değiştirdi. Yemekler , lezzetler ve sunuş çok başarılı.
Ancak tatlı işine hiç girmeyin hem porsiyonlar çok küçük hem de lezzetler yemeklerin çok gerisinde.
Opera meydanına gece gidin çok güzel aydınlatılan her daim kalabalık bir meydan.
Biz gittiğimizde noel kutlamaları çerçevesinde oldukça ışıltılıydı.
Arkasında kentin bütün büyük gökdelenleri ışıltılı bir fon oluşturuyor.
Işıltı yakından da uzaktanda güzel görünüyor.
Size kentte son tanıtacağım yer Palmen garden isminden sadece palmiye çağrıştırsa da benim şimdiye kadarki gördüğüm en iyi bitki müzesi diyebilirim. Kocaman bir parkın içine yapmışlar ve Secktenberg Müzesine çok yakın birlikte plan yapabilirsiniz.
Girişte sizi renkli ağaçlar, bakımlı bahçeler ve bir gölet karşılıyor.
Çok sayıda kapalı bölüm var bunlardan birisi palmiye bahçesi ve gerçekten sunuş ve görsellik çok güzel. Biran Almanya gibi soğuk bir ülkede olduğunuzu unatabiliyorsunuz.
Yanış saymadıysam ziyarete açılmış 16 farklı konseptte düzenlenmiş bölüm var her bölüm barındırdığı bitkilerin ısı, nem ve iklim özelliklerine göre ayarlanmış . Bir bölüm tropikal sıcak ve nemli.
Bir bölümde de hiç görmediğiniz türden acayip bitkiler sergileniyor.
Bu bölümler tamamen bitişik değil huzur verici güzellikte bir bahçe içinde geziyorsunuz.
En ihtişamlı bölüm burası burayı atlamayın 12 bölümden oluşan dev bir kompleks.
Kaktüs bölümü bile var. Bakmayın benim montla durduğuma içerisi son derece sıcak ve kuru. Kaktüslerin büyüklüğünden biran bir çöl ülkesinde olduğunuzu düşünebilirsiniz.
Bu palmiye yaprağı 2 metreden genişti ve renklerine dikkat çekerim.
Sunuş, tasarım ve görsellik on numara beş yıldız.
Almanya'da tropik bir cennet yaratmışlar adeta.
Az önce diğer müzede fosillerini gördüğümüz 70 milyon yıllık eğrelti otlarının altında durmak bizim ne kadar genç bir tür olduğumuzu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Daha da uzatmadan toparlayacak olursak; modern gökdelenlerden bana ne demeyin veya yazılanlara çok da itibar etmeyin. Bu kentin ışığı güzel.
İnsanı şaşırtacak renkler ve ilginç noktalar barındıryor. Yakınında da gezilecek üç farklı temalı üç rota var.
Frankfurt ışıltılı yüzüyle vakit ayıranları memmnun edebilecek güzellikte bir yer.
Gezmiş kadar oldum👏👏👏❤️