Ülkenin ve Avrupa Birliği’nin başkenti nüfusu 1 milyon kadar. Tabi ki bu durumda ülkenin en büyük kenti olduğunu yazmaya da gerek yok sanıyorum. Nüfusunun yarıdan fazlası yabancılardan oluşuyor. Sadece AB komisyonlarında 30.000 civarında personel çalışıyor. Ayrıca Avrupa parlamentosu ve NATO karargâhı da bu şehirde olunca yabancıların çokluğu da açıklanmış oluyor.
Bu kent için söz edilebilecek ilginç bir istatistik te içinden nehir geçmeyen tek Avrupa başkentinin Brüksel olduğudur. Aslında 1867 yılına kadar içinden Senne nehri geçermiş fakat sanayi devriminde kirlenen nehre dayanamayan kentliler bir proje dâhilinde kenti tüneller içine hapsetmişler. Bu nedenle artık kentte gözle görünür bir nehir yok.
Bu kentin Flamanca ve Valonca adı Brussel’dir. Bizim telaffuzumuz İngilizcedeki x harfinden gelmekte.
Brüksel merkezi Alt ve Üst Şehir olarak iki bölümden oluşuyor. Alt Şehir geçmişte bataklık olan bir kesim. Daha çok işçi ve göçmenlerin yaşadığı mal alım satımının ve dükkanların daha yoğun olduğu bir bölge. Üst Şehir genelde her şehirde olduğu gibi geçmişte aristokrasinin yaşadığı bölgedir.
Gezi planı ilk ortaya çıktığında Brugge’nin güzel bir yer olduğunu biliyordum. Ama Belçika’da başka bir yer hakkında bir fikrim yoktu. Ama gezip görünce Brüksel’in çok karakteri olan bir kent olduğunu gözlemledim. Ayrıca ana meydan Grote Markt’ın bence Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri olduğunu rahatlıkla belirtebilirim. Çoğu kişinin gözlemine katılıyorum Ankara’ya benzerlikleri var. Bir idari kent ama kentte yoğun tarihi bir mimari doku ile modern yapılar harmanı var. Binalar o kadar güzel ki hep beton şurada iki ağaç olsa da içimiz açılsa demiyorsunuz. Çok yoğun kültürel aktivite var. Bizim seksenlerde Ata kule’yi yaparak yapmaya çalıştığımız şehir ikonunu onlar 1958 de Atomium’u yaparak gerçekleştirmişler. Kenti gördükten sonra Brüksel deyince aklınıza Grote Markt ve Atomium’u hemen hatırlayacaksınız sanırım.
Brüksel gezimiz için bir tam gün ayırdık. Belçika ve Hollanda birlikte gezdiğimiz için daha fazla vakit ayırmak mümkün olmadı. Bu nedenle bu çok sınırlı zaman diliminde buraya özgü veya farlılık yaratan noktaları seçmeye çalıştım. Kentte 75 ulusal müze var (evet yanlış okumadınız 75 müze). Ben naçizane kendi zevkim ve görüşüme göre seçtiğim çok azını size önerdiklerimi umarım seversiniz.
Grote Markt (Grand Place, Ana meydan)
Avrupa'da pek çok meydan gördüm ama gördüklerim içerisinde en iyilerinden bir tanesi şüphesiz ki Grote Markt. Binaların gösteriş ve uyumu karşısında ilk anda donup kalmamak ve şaşkınlığa uğramamak zor gerçekten. Beklide Avrupa’nın göze dokunu bir mimari uyumu bulunan meydanı demek mümkün.
Meydan 1400’lerde tasarlanmış ve inşasına başlanmış. Ama 1695 yılında Fransa’nın büyük kralı 14. Louis tarafından bombalatılarak neredeyse tamamen yıkılmış. Ancak Braband dükleri ve Brüksel halkı buna çok içerlemiş, çok titiz bir çalışma ile 2 yıl meydanın tekrar projeleri hazırlanmış ve 6 yıl sonra yapımı tamamlanmış. Meydanda ki ana yapı dev kuleleri ile fark edilen belediye binası. Meydanın her iki yanında pek çok lonca binaları yer alıyor. Tam belediye binasının karşı tarafında ise bugün Musee De Brusseles olarak kullanılan yapı var ki buradan ileride söz edeceğim. Burada sadece en büyük yapıdan biraz bahsetmek isterim.
Hotel de Ville (belediye binası) :
Bina yapım tarihi olarak 1400'lerin ilk yarısı olarak tarihleniyor. Benzer zamanlarda dünyada büyük dini yapılar öne çıkarken Brükselliler hayatın kentsel yönünü öne çıkarmışlar. 1695 yılındaki Fransızların büyük bombardımanı sonrası ağır hasar görmüş. Sonrasında ise önceki haline sadık kalınarak yenilenmiş.
Kent meclisi halen bu binada çalışıyor. Şimdi bu kadar yazı yazdım ama bunlar binanın güzelliğini kısmen yansıtıyor. Avusturya Viyana belediye binası ile beraber gördüğüm en düzel belediye binalarından biri diyebilirim. Gösteriş ve güzelliği ile meydana ayrı bir hava veriyor. Bombalar ile yıkılıp yenilenme durumunu kısmen göz önüne almazsak yapıldığı zaman daha İstanbul fethedilmemişti diyeyim sizi biraz düşündürmüş olayım.
Galeries Royales Saint Hubert
Avrupa’daki ilk örneklerinden biri olan bu güzel galeri aslında üç pasajdan oluşuyor. Galerie du Roi (Kral), Galerie de la Reine (Kraliçe) ve Galerie du Prince (Prens). Benzerlerini İtalya'da ve Fransa'da görebileceklerinize benziyor. 19. yüzyılın ortalarında tamamlanan bu Galeri, 200 metrelik cam tavanı ile gerçekten de Avrupa’nın en şık pasajı imiş. Bugün daha çok çikolata dükkânlarının yer aldığı birbirine bağlı bu üç pasaj hala çok şık ve göz alıcı. Ancak fiyatları biraz daha pahalıymış hissi verdi bana.
-- ÇİKOLATA --
Sömürge çağının Belçika’ya düşen payı da elmas ve kakao olmuş. Elmas işi Antwerpen’da kalırken; Brüksel çikolata üretiminde dünya lideri haline gelmiş. Öyle ki İsviçre ondan misliyle kat reklam için para harcamasına karşın sadece Brüksel çikolatadan tüm İsviçre’nin iki katı ciro yapmakta olduğu yazılmış. Bu veriyi bir kaç kaynaktan doğrulamaya çalıştığımda farklı bilgilerle karşılaştım. Ancak şurası kesin ki dünyada çikolata denilince İsviçre ve Belçika ilk iki sırayı oluşturuyorlar. Kentte 150-200 yıllık pek çok işletme mevcut ve bunların çoğu elle üretim yapmaya devam ediyorlar.
Brüksel’deki çikolatacıları kabaca üç gruba ayırmak yerinde olur:
(1) Sürümden kazanan, kalitesiz ancak göreli olarak şık ambalajla göz boyayan ve turist kafilelerinin en büyük durağı olan Leonidas gibiler.
O yüzden, gidip sırf ambalajına bir sürü para vermek yerine, bizim Ülker gibi daha standart ve fabrikasyon üretim yapan, ancak ondan bir kaç gömlek daha iyi olan Cote d’Or çikolatalarını almak hem bütçenize hem de ağız tadınıza daha uygun gelecektir. Ki biz oldukça beğenerek tükettik..
(2) İyi kalitede ve doğal olarak daha pahalı olan, fakat erişilemeyecek gibi de olmayan çikolatacılar. Corne Port-Royal, Neuhaus ve Godiva da bence bu ikinci grupta yer alması gereken markalar.
(3) Piere Marconi, Mary’s ve Wittamer Kilo fiyatı 150- 200 Euro civarında çikolataya mücevher muamelesi yapanlar. Peki bu kadar paraya değermi derseniz biraz alıp denemenizi ve kengi kararınızı vermenizi öneririm. Benim yorumumu soracak olursanız size ilerleyen bölümlerde aktaracağım.
-- WAFFLE --
Çikolatadan bu kadar bahsedince Brüksel'de waffle’dan da bahsetmemek haksızlık olur. Waffle Belçika’nın milli tatlısı. Kentin her yeri waffle yapan dükkânlarla dolu. Ve sokaklarda gezerken sadece turistlerin değil yerlilerinde sıklıkla waffle tükettiklerini gözlemiyorsunuz.
Bu kente takılmış olan “waffle kokulu kent” lakabını sonuna kadar hak ediyor kanaatimce. Ancak lezzeti ülkemizde iyi yapan tesislerden çokta farklı değil. Hani bir kenti gezerken bir meydanda yada bir sokakta birileri müzik yapar da duyduklarınız ruh durumunu hemen değiştiriverir ve sizi hoş bir rahatlık sağlar. İşte waffle sokakları dolduran kokusu sizde bu şekil bir etkileyici hal yaracak sanırım.
Manneken Pis
Büyük kalabalıkları kendine çeken ünlü bir star gibi olan bir heykel. Gerçi çok küçük olan boyutunu görünce bu kadar küçük bir heykelin bu denli meşhur olması hali insanı hayli şaşırtıyor. Ancak bu küçük hali kendisinin Brüksel’in en meşhur ikonlarından biri olması gerçeğini değiştirmiyor.
Her yerde heykel, resim, anahtarlık gibi türlü hediyelikleri satılıyor. Resmi tişörtlerin üzerine basılıyor. Birkaç kez çalınan ve bir kez de kırılan ve bronzundan tekrar dökülen bu ufaklıkla ilgili üç rivayet varmış.
Bunlardan ilki çok zengin birinin kaybolan oğlunu tam bu noktada ve tam bu halde bulduğu ve onun heykelini yaptırdığı.
İkincisi kuşatma sırasında duvarın dibine koyulan bombayı küçük çocuğun çiş yapma yoluyla etkisiz hale getirmesi.
Üçüncüsü ise bir cadının kapısına çiş yapan çocuğu taşa çevirmesiymiş.
Hangi hikâye doğru bilinmez ama bu küçük ufaklığın 800 kadar kıyafeti varmış. Bazen çıplak olan bu heykel sık sık değişik bir kıyafeti ile poz verirmiş. Bakalım size nasıl bir poz verecek.
Eğer bira merakınız varsa gün sonunda yatağa gitmeden 1000 çeşit birası ile anılan “delirium” denilen mekana. Veya bir alternatif olarak “A la mort sorbit (ani ölüm)” denilen gerçek Belçika biracısı diye nitelenen tarihi mekâna (sadece 420 çeşit birası varmış) gitmenizi öneririm. Biz delirium biracısını denedik tüm sipariş verdiğimiz bira çeşidi güzeldi. Ancak bu kadar çok çeşit olması insanın karar vermesini zorlaştırıyor doğrusu.
ATOMİUM
Brükselliler 1958 yılında yapılacak fuar için kente Eiffel kulesi gibi bir ikon yaratmak istemişler. Yapılan yarışma sonucu kazanan projeye göre fuar alanı içine Atomium, Trade Marc ve Brupark’ı inşa etmişler.
Brupark içinde oceade denilen sıcak havuzların olduğu tropik bir su eğlence merkezi, minieurope denilen bizdeki Miniatürk’ün Mini Avrupa modelini içeren 1958 yapımı bir eğlence parkı mevcut.
Trade Mark bir moda ikonu olan Brüksel’de içinde moda tasarım mağazalarının satış yaptığı dev bir konsept mağaza.
Atomium ise demir kristalinin, 165 milyar katı büyütülmüş hali. Gökyüzünden düşmüş dev bir molekül gibi. 102 metreden Brüksel manzarası sunan gözlem platformu, içindeki sergiler ve benzersiz mimarisi ile aklınızda kalacak bir yer. Bence ikon yaratmada başarılı olmuşlar. Tüm dünya tanımış mı bilemem ama ben Atomium’u nerede görsem tanırım.
İçerisine girilip üzerine çıkmak mümkün. Bizim gezi arkadaşlarımızdan çıkanlarda oldu. Ancak içine girmeden yapıyı görmek bile hoş bir deneyim olacak.
Parc du CİNQUANTENAİRE ve AUTOWORLD
Artık şehrin güneyine inmiş bulunuyoruz ve Avrupa Birliği’nin idari merkezi ile Avrupa Konseyi’nin ana binasının yanındaki bu büyük park burası. Hani insanın imrendiği şehrin tüm gürültüsünden uzaklaştıran güzel parklardan. Oldukça büyük bu park içerisinde biri birine yakın konumda bir cami, Musee de cinquanetenaire adında tarih öncesi el sanatları müzesi, Bir silah ve askeri tarih müzesi ve bir de autoworld adı verilen otomobil müzesi yer alıyor.
Autoworld : Bu müzede erken dönem üretilen önemli araba serilerinin çoğu vardır. Büyük üreticiler Belçika sanayisini bitirmeden önce üretilen son araç olan 1948 model İmperia’da koleksiyonun parçası. Araba çeşitliliği ve tipleri bakımından insanı şaşırtacak bir yer doğrusu.
ABD başkan Kenedy’nin Berlin ziyaretinde kullandığı 1963 model Cadillac’ta burada duruyor. Ama eski ve çok alımlı bir çok arabadan, Formula 1 arabasına kadar pek çok araba sergileniyor. Bir F1 arabasının içine oturmamıza da izin vermeleri bizim için sürpriz oldu doğrusu . Buraya vakit ayırdığınız taktirde küçük büyük tüm gezi ekibinizin burayı çok seveceğine eminim!
PALAİS ROYAL
Kabaca kralın evi diye özetleyebiliriz. Halen kraliyet ailesi burada yaşamaktadır. Eğer üzerinde bayrak dalgalanıyorsa kral evde demekmiş. Çok abartılı bir görünümü yok ama görmemekte olmaz hani.
PLACE ROYAL
Yukarı Brüksel’de kraliyet sarayının hemen yanında biz Türklerin çok uzak olduğumuz “şehrin yeniden yapılandırılması” çerçevesinde oluşturulmuş bir meydan. Biz genellikle üretilen alanlara AVM veya bina gikmeyi seviyorlar. Meydan çevresinde pek çok müze var. Ben size kendi kişisel tercihimle küçük ama çok ilginç bir müze seçtim.
MUSEO MAGRİTTE
Bu ismi gezi öncesinde hiç duymamıştım. Geziyle ilgili şeyleri okurken keşfettim Rene Magritte’i. Ama kendisi dünyada pek meşhurmuş meğer sürrealist (gerçeküstü) resimde bir dünya ekolüymüş. Salvador Dali bile ondan ilham almış. Ama onun gibi uçuk değil.
Biz gezerken çok sevdik doğrusu. Sanırım çocuk büyük hem resimlerini seveceksiniz, hem de Magritte ve ilginç bakış açısıyla tanışma şansınız olacak.
MONS DES ARTS’TAN ŞEHİR MANZARASI
Burası üst şehirden alt şehrin görülebildiği panoramik bir nokta. Belediye binasının kulelerinin renk kattığı hoş bir manzarası var. Bu noktayı atlamamanızı öneririm.
GRAND SABLON (çikolatanın kalbine yürüyüş)
Burası da şehrin ana meydanı gibi bir çekim merkezi. Ünlü antikacılar ve çikolatacılar burayı mekân tutmuş. Giriş bölümünde aktardığım çikolataya mücevher muamelesi yapan 2 dükkân (Piere Marconi ve Wittamer) burada konumlanmış. Ayrıca Godiva’nında bir dükkânı var. Biz gözümüzü karartıp buradan birz çikolata aldık. Ama sonuçta bence İsviçre çikolatası bir tık daha iyi. Mükemmel çikolata için iştahınızı bence Bern yakınlarındaki Cailers fabrika gezisine saklayın.
MUSEE DE BRUSSELES
Grote Markt yani anameydan üzerinde şehrin tarihsel ve kültürel gelişimini anlatan dışı ve içi görkemli bir müze. (özellikle binanın dışına bayıldım sevecekmisiniz bilmem? Ama bir süre gözünüzü alamayacağınızı garanti edebilirim.) En üst katında şehrin maskotu Manneken Pis’in 800 kıyafetlik koleksiyonu sergileniyormuş. Biz müzeyi gezmedik ama ana meydanda sizi dış güzelliği ile saracaktır.
Böylelikle Belçika'nın şık ve aristokratik başkentini özetlemiş oldum. Brüksel sizin için Gotik tarzda insanı şaşırtacak güzellikte meydanı ile başlayarak, ünlü çikolata ve waffle ile çeşitlenen ve ilginç müzeleri ile taçlanan hoş bir deneyim yaşatmaya hazır.
Comments