top of page
  • Yazarın fotoğrafıMurat Hüseyin inceoglu

THAİPUSAM BAYRAMI "BATU CAVES"

Güncelleme tarihi: 14 Oca 2020

  Gezmek, köksüz bir ruh olmak, hiçbir yere ait olmamak. Bu duygunun hoşluğunu geç fark etmiş olsam da artık hayatımda oldukça önemli bir yere sahip. Gidilecek yerler hakkında araştırma yapmak, olası rotaları tespit etmek ve en güzel yerlere seyahat etmek...

  Bir geziyi ince ince planlamak ve sonrasında uygulamak için çokça bilgi gerekli. Şimdiye kadar her türden kitabı okudum ama gezi yazıları okumak bu işin olmazsa olmazlarından. Şimdi ben de küçükte olsa paylaşmaya başlamak istiyorum. Bir yazı pek bir şeyi değiştirmez belki ama her bilgi değerlidir. Size Malezya ve Tayland gezisinden minik bir bölümle giriş yapmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz.

  Kuala Lumpur gezisinin ikinci günü sabah bölümünde planımız gereği gezi arkadaşlarımla Batu Caves’in yolunu tuttuk. Gezi hazırlıkları sırasında gerek Hinduizm ve gerekse Thaipusam hakkında fikir sahibi olmuştuk. Ayrıca bir gün önceki Shi Mahamariamman tapınağı gezimizde, Hinduların nasıl ibadet ettiklerini görmüştük.

  Thaipusam; ay, pusam yıldızının en yüksek noktasına ulaştığında insanların bir takım sesli ritüeller eşliğinde tanrıların beğenisini kazanmak için kendilerine acı çektirmek suretiyle ibadet edip coşkuyla kutladıkları bir Hindu bayramı. Malezya nüfusunun % 8‘inin Hintli olması nedeniyle 3 günlük bu bayramda yaklaşık yüz bin kişi buraya akın ediyor.

  İnternetteki daha önceki bayram görsellerinden neler görebileceğimize hazırlıklıydım. Fakat neler koklayıp, neler duyup ve sıcak hava ile beraber toplamda nasıl bir hisse kapılacağımın kesinlikle farkında değilmişim.

  Klimalı trenden inince ilk sürpriz hava oluyor. Takvim Şubat ayının ilk günü, derecenin kaç gösterdiği sizi yanıltmasın, vücut dereceniz için kaynama noktasına yakın bir hava. Su içmenin veya gölgelerin kifayetsiz olduğu bir noktadayız. Bayram yerine yaptığımız tren yolculuğunu onlarca Hintli ile birlikte tamamlıyoruz. Hepsi bayramlıklarını giymişler, hazırlanmışlar. Ancak Hintli insanlar için giyinmek ve süslenmenin anlamı oldukça farklı. Alabildiğince renkli ve canlı giysiler herhangi bir renk uyumu aranmaksızın bir araya getirilmiş. Ancak genel gözlemim şu; sanırım Hintliler sarı rengi daha çok seviyor.



Bayram yerine yaklaşırken ilk şoku yaşamamız uzun sürmüyor. Daha adımımızı atar atmaz vücudunun muhtelif yerlerine – özellikle sırtının tamamına – ucunda meyve ve çiçekler takılı kancalar asan bir Hindu ve ona dansederek eşlik eden renkli bir grup karşılıyor bizi. Tanrılar için söylenen şarkılar, tütsü dumanlarının kokusuyla karışıyor. Burası kelimelerle anlatmanın kifayetsiz kaldığı bambaşka bir dünya.



Mağaralar bir İngiliz tarafından keşfedilmiş. Bu nedenle adının anlamı; yabancının mağarası. Nasıl olmuşta bir Hindu tapınağı haline gelmiş bilinmez ama şu an Hindular için en kutsal mekânlardan birisi. Mağaraların olduğu alana girince büyük bir panayır yeri gibi olduğunu görüyoruz. Satıcılar, her türden tezgâhlar, alışık olmayanın midesini çok fena bozacak türden kokular. Öyle ki birer naneli sakız çiğnemek hepimize iyi geliyor. Yemek kokuları yüksek sesli Hint müziği ile birleşiyor. Bazı insanların kafalarında birer testi taşıdığını gözlemliyoruz. Ancak bunun nedenini anlamamız için yukarıya çıkmamız gerekecek.



   Panayır alanında yürüyüp ana meydana şaşkınlık, hayranlık, sıcaklamışlık ve merak duygularından oluşan karmaşık bir his demeti ile varıyoruz. Hemen karşımıza Hindu Savaş Tanrısı Lord Murugan’ın 45 metrelik dev heykeli çıkıyor.



  Kalabalık, sesler ve kokular tarifsiz. Artık bu dünyada değil gibiyiz. Heykel gerçekten gösterişli ve yanından mağaralara giden 272 kutsal basamağı tırmanan Hindu hacıları ile beraber yolcuğa başlıyoruz. Hintlilerin belli ki çok sevdikleri baskın bir kokuya, yemeklerin baharatlarından gelen tarifsiz bir koku karışıyor. Ter kokusu ise tüm kokuların tamamlayıcısı oluyor.



  Basamaklar gerçekten çok dik ve oldukça kalabalık ancak Hindu dininin etkisinden olsa gerek en ufak bir itişme ve kargaşa yok. Herkes son derece dingin bir şekilde tırmanıyor. Orta yol ayin için çıkan acı ekiplerine ve turistlere ayrılmış. İbadet için çıkanlar soldan ilerliyor. Merdivenlerin üstüne yaklaştıkça maymunlar beliriyor. İnsanların onlara verdiklerini almak için yarışıyorlar. Gerçi Malezya’da gördük ki maymunlar verilmeyeni de almak konusunda pek girişkenler. Burada maymun evcil ve sempatik değil, hırsız ve aşırı zorlayıcı. Bu yüzden üzerinizdekilere dikkat edin ve maymunları sevmek veya fotoğraf çektirmek gibi davranışlardan kaçının. Merdivenlerin sonuna yaklaştıkça arkamızdaki manzara da değişip ilginçleşiyor. Heykelin arkasından panayır yerinin bir kısmı da görüş alanında ve uzaktan yaklaşmakta olan yeni ibadet kafileleri görünüyor.



  Mağaranın girişine ulaşıyoruz. Mağara çok büyük; yüksekliği en az 50 metre. İçerisinde yüzlerde insan var. Zaten ikinci dünya savaşında Japonlardan kaçan Çin direnişçilerin saklanma yeriymiş. Çinliler pek de haksız değillermiş çünkü içeriye minik bir ordu bile sığabilir. Biraz ilerleyince sol kenardaki tapınak yoğunlaşan kalabalık nedeniyle hemen dikkatimizi çekiyor. Mağaranın girişinde kurulmuş olan dev ekrandan sarı giysili insanların kafalarında taşıdıkları kavanozda süt olduğunu ve burada tanrılar için bir yere döktüklerini görüyoruz.


içeride bir kaç bin insan olduğunu görmek oldukça şaşırtıcı gerçekten


  Kendilerine kancalar takmış olan insanların yukarıda acılar içerisinde kancalarını söktüklerini gözlemliyoruz. Ona eşlik eden kafile arkadaşları ve yanlarında olan aileleri tarafından bir kahraman olarak karşılanıyorlar.



  Mağaranın içerisinde bir kaç kademede farklı ibadet alanları mevcut. Rahipler insanların getirdikleri yiyecek ve çiçekleri tanrılara değişik ritüellerle sunuyorlar. Sesler ve tütsü dumanı eşliğinde kişiler gerek yere yatarak ve gerekse dizleri üstüne çökerek ibadet ediyorlar. İnsan, bu tanrılara sunulan yiyecekler ne oluyor diye düşünmeden edemiyor. Mağaranın bir noktasında üzeri açık ve çok dik olan kayalıktan maymunlar aşağıya iniyorlar ve Hinduların kendilerine attıkları yiyecekleri memnuniyetle kabul ediyorlar.


Fenalaşan kişilere oradakiler yardım ediyor. Yukarıya varanların kancaları arkadaşları tarafından sökülüyor. İçerisi insanda karmaşık hisler ve duygular bırakıyor. Bir yanda ibadet için acı çeken insanlar bir yanda turistler ve diğer yanda konuya henüz çok yabancı gençler ve çocuklar.




  Mağaradan çıkmak da girmek kadar zor oluyor. İniş merdivenleri de çok kalabalık. Sesler ve müziği içinizde hissediyorsunuz. Neyse ki iniş merdivenlerinde maymunlarla karşılaşmıyoruz. En aşağıda bir aile küçük çocuklarının yanağından şiş geçirmeye çalışıyor. Tanrılara yakınlaşmak için ne zor bir yol seçmişler diye düşünüyor insan.



  Zorlu çıkış yolculuğu ile beraber 4 saate yakın orada kalıyoruz ve trenle KL Central istasyonuna dönüyoruz. Gidiş ve dönüş için kesinlikle KTM komiter trenlerini seçmelisiniz. Hem rahat hem de çok ucuzlar. Ana istasyonda bir mola verdiğimizde ise artık tamamen farklı bir dünyadayız. Klimalarla serinletilmiş, modern bir çarşıda kahvenizi yudumlarken yanınızdan geçen Malaylar ve Çinlilere bakarak az önce benim gördüklerim gerçek miydi diye düşünmeden edemiyor insan. Malezya’nın ilginçliği de bence bunda saklı; çok dinli, çok milletli, çok kozmopolit ancak gayet huzurlu bir ortam. Hindistan’a gitmeden Hindistan’ı, Çin’e gitmeden Çin’i görüp sonra yolun karşısına geçip camiden çıkan Malay’lara bakıp az ilerdeki en lüks alışveriş merkezlerinde Avrupa tarzı yaşama dalabiliyorsunuz.

  Yolunuz Kuala Lumpur’a düşerse mutlaka Batu Caves’e gidin. Eğer aylardan Şubat ise Thaipusam tarihine denk getirin ki ancak belgesellerde görebileceğiniz türde bir dünyaya kapı açabilesiniz.



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page