Genellikle bir aktarma noktası olarak görülen ve daha çok geçerken uğranılan bir yer Kuala Lumpur (KL). Ancak bunun Kuala Lumpur’a büyük bir haksızlık olduğunu belirtmek gerekir. İlk planlama yapmamla ile yolculuk arasında iki yıl geçse de yaptığımız gezinin hakkını fazlasıyla verdiğini söyleyebilirim. Adının anlamı olan “çamurlu kavşak” kelimesine inat KL teknolojinin çok yoğun olarak kullanıldığı bir kent. Bundan iki yüz yıl önce bırakın başkent olmayı haritada bile yokmuş.
Kuala Lumpur’u ve Malezya’yı anlamak için söze biraz daha geriden başlamak gerek. Malaylar Endonezya kökenli bir halk ve 1200’lü yıllarda yarımadaya yerleşip hâkimiyet kurmuşlar. İki yüzyıl boyunca yarımadanın tek hâkimi olarak da kalmışlar. Kuzey komşuları olan Tayland’ın Ayuthaya krallığının çok tehditkâr olması Malay’ları ittifak arayışına itmiş. Ülkedeki sultanlıkların genç prens ve prensesleri çeşitli evliliklerle yeni müttefikler aramışlar. Henüz iki aylık evli genç bir prensin, babasının ani ölümü üzerine tahta geçerken çok sevdiği yeni eşinin dini olan İslam’ı seçmesiyle yarımada çok kısa süre içesinde Müslümanlaşmış. Uzun yıllar Malay ve Müslüman yarımadaya Portekiz ve Hollandalı sömürgecilerin gelmesi de durumu değiştirmemiş. Ancak 1800’lü yıllarda İngilizlerin buraya petrol, kauçuk ve kalay için gelmesi ile her şey değişmeye başlamış. Çünkü İngilizler ticaretten daha iyi anladıkları için Çinlileri, çay üretiminde kullanmak için Tamilleri (Seylan’lıları), ayak işleri için Hintlileri getirmişler. Tabi ki gelen sadece insanlar olmamış diller, dinler ve kültürler ile yoğrulan bir kompozisyon çıkmış ortaya. İngilizler kalay sevkiyatını idare edebilmek için Gombak ve Klang adı verilen iki çamurlu nehrin kesiştiği yere yeni bir kent kurmuşlar ve bu kente “çamurlu kavşak” yani Kuala Lumpur adı vermişler.
Bugün çok uluslu, çok dinli ve çok modern görünümlü olan bu kente yakından bakacak olursanız size çok şey verecektir. İlerleyen satırlarda kendi gözlemlerimi aktarmaya çalışırken size Kuala Lumpur’un neler verebileceğini göstermeye çalışacağım. Malezya çok kültür, çok din ve çok milletin uyum içerisinde yaşayabileceğini gösteren nadir vahalardan birisi. Size iki buçuk günde gezdiğim bu kenti genel bilgiler katarak anlatmaya çalışacağım. Umarım gezginler için keyifli ve yararlı bir yazı olur.
Gezgin gözüyle Kuala Lumpur’u gezmeye Old Town yani eski Kuala Lumpur’dan başlamalısınız. Bu kesim Çin Mahallesi sınırları içerisinde. Genelde iki katlı yüz elli yıllık evlerden oluşan bir bölüm. Evler eski ve gösterişsiz ancak kullanılıyor. Büyük KL yangınına kadar ahşap olan evler sonradan betonarme olmuş.
Dar sokakların arasında dolaşabilir ve dükkânlara göz atabilirsiniz. Bu sokakların birinde karşınıza Sri Mahamariamman Tapınağı çıkacaktır. Burası Malezya’daki Hinduların en büyük ve en kutsal tapınağı olarak yapılmış. Tapınak yağmur tanrısı Sri Mahamariamman’a adanmış. Hinduizm ilginç bir din yaklaşık 330 milyon tanrıları var, evet yanlış duymadınız neredeyse her aileye bir tanrı düşüyor. Ancak pek çoğu bugün unutulmuş durumda. Yaratıcı tanrı Brahma, Koruyucu tanrı Vişnu ve yok edici tanrı Şiva üçlemesi üzerine inşa edilmiş bir inanış sistemleri var. Aslında özünde tek tanrılı olup diğer tanrıların Şiva’nın yeryüzündeki girdiği kılıklar olduğuna inanıyorlar. Net bir ibadet şekilleri yok herkes kendi istediği gibi ibadet ediyor. Daha tapınağın kapısında sizi bekleyen görüntü inanılmaz.
Kapının benzersiz bir görünümü var. Objeler ve figürler iç içe geçmiş, sanki çizgi film kahramanları bir televizyon camından fırlamış gibi duruyorlar.
İçeriye yalın ayak girmeniz gerekiyor. Ancak konu Hintliler olunca temizlik konusunda beklentinizi düşük tutun derim ben. Ayaklarımız hemen kapkara oluyor. Ortada bir ibadet alanı ve kenarlarda başka minik ibadet bölümleri var. Hintliler sadece çok renkli giyinmiyorlar, tapınakları da çok renkli. İbadet için gelenler tanrılara meyve veya çiçek getiriyorlar. Rahipler bu sunulanları alıp sesli ritüeller eşliğinde tanrılara armağan ediyorlar.
Arka bölümde bir aile yeni doğmuş bebeklerini getirmişler. Bebeği tanrı heykelinin önünde yere bırakıyorlar. Bu bir adama hareketi mi yoksa korunma isteği mi tam anlayamıyoruz.
Sesler, kokular, tütsü dumanları arasında insanlar isteklerde bulunuyorlar.
Tapınağın karşısında bir çanta dükkânı var hanımlar çanta bakmazlarsa rahat edemezler. Kimimiz kapının önünde bekliyoruz, tapınağın önünde bir itfaiye arabası duruyor. Ortada yangın falan yok ama pek çok itfaiyeci var, kimisi Çinli, kimisi Malay, kimisi Hintli konuşuyorlar ayaküzeri. Uzaktan bakınca da pek kaynaşmış ve huzurlu görünüyorlar. Hemen anlıyorsunuz bu ülke farklı ırk, din ve kültürleri aynı potada eritebilmeyi başarmış.
Caddede üç bina ilerleyince Guan Di Taoist Tapınağı’na geliyoruz. Bu tapınakta ise tamamen başka bir dünyaya adım atıyoruz. Kırmızı ağırlıklı boyanmış bir mekân burası. Çinliler ibadetleri için tütsü yakıyorlar, bu nedenle tütsü kokuları oldukça yoğun. Rahip gibi insanlar pek görülmüyorlar. Çalışanlar var; bu kişiler tütsü satıyorlar ve bazı kimseler için çan çalıyorlar. İnsanlar burada da dua ediyorlar, deri renkleri ayrı, dinleri ayrı, tapınakları ayrı ancak insanoğlunun bitmeyen istekleri her yerde aynı.
Her yerde tanrı ve kutsal kimselerin figürleri var. Ama ana kaidede Kung Fu yani büyük üstat (Konfüçyüs) oturuyor. Ancak tanrı olarak değil de büyük öğretmen ve yol gösterici olarak.
Ejderhalarla süslü kapıdan dışarı çıkınca iki başörtülü Malay Hanım yoldan geçiyorlar.
Yürürken yolda gözümüze değişik yiyecekler çarpıyor. Ancak kokular çok yabancı. Karidesli krep belki en yenilebilir gibi olanı ama hijyen ve temizlik konusunu hiç açmayalım.
Bundan sonraki durağımız Kuala Lumpur City Galery adı verilen kentin tanıtımı için oluşturulmuş bir yer. Özgürlük meydanının hemen kıyısında girişte 5 ringgit para veriyorsunuz, size karşılığında bir bilet veriyorlar. Bu biletle çıkıştaki hediyelik dükkânından 5 ringgit indirim kazanıyorsunuz. İçeride güzel kurgulanmış bir tanıtım ve kentin bir maketi var, hediyelik dükkânı renkli ve oldukça orijinal bir göz atmanızı öneririm.
Özgürlük meydanı ya da Malayca Dataran Merdeka geniş çayırlık bir alan. Sömürgeci İngilizler burayı kriket sahası olarak kullanıyorlarmış, Malaylar da görünümü bozmamışlar. İngiltere kraliçesi Malezya’ya bir çeşme hediye etmiş. Aldıkları petrol, kauçuk, kalaya karşı, gözyaşı ve zorbalıkların anıtı gibi dikilmiş buraya. Sanırım dünya adaletli bir yer değil. Geçmişi unutmamak için çeşmeyi kaldırmamışlar meydandan. Meydandaki büyük bayrak direği özgürlük sonrası ilk Malezya bayrağının yükseldiği direkmiş ve o zaman dünyanın en yükseğiymiş. Meydanın kenarında Endülüs tarzı inşa edilmiş Abdulsamad Binası var. İngiliz hükümeti yönetim binasıymış, şimdilerde anayasa mahkemesi. Ortadaki kule Londra saat kulesini çağrıştırıyor. Çimenlerde yayılmak istiyoruz ama güneş hemen üstümüzde ve sıcaklık korkunç. Kuzey yarımkürede Ocak ayında güneşte çifte kavrulmuş kahve kıvamında gezmek çok tuhaf.
Jamek Camisi sömürge zamanında yapılmış Endülüs tarzı güzel bir bina. Farklı kültür, farklı deri rengi ancak benzer sesler duymak bize iyi geliyor. Burada da dualar ve istekler, insan hep aynı.
Kuala Lumpur’un olmazsa olmazlarından birisi Pesar Seni yani Central Market. Eskiden et pazarıymış sonradan turizme kazandırılmak için restore edilmiş ve çarşı haline getirilmiş. İçerisinde Malay, Hint ve Çin yerel ürünlerinin satıldığı dükkânlar var. Oldukça hareketli ve dikkate değer bir yer. Eğer Kuala Lumpur’a yolunuz düşerse bakınmak için buraya gelmenizi öneririm. Kurutulmuş tropik meyveler, Çin fenerleri, çok beğenip bayılacağınız fakat taşıması zor olacağı için götüremeyeceğiniz ahşap eşyalarla dolu bir yer.
Şeker kamışı suyu deneyin derim ben. Odunu mikserde çekip su haline getiriyorlar fakat bu sopa suyu kıvamındaki içeceğe buz eklenince sıcakta iyi geliyor.
Uzakdoğuya geldik biraz alışveriş edelim derseniz Bukit Bintang’a ya da Türkçe söylersek yıldız tepesine gitmelisiniz. Bu bölge pek çok alışveriş merkeziyle dolu hareketli bir muhit konumunda bulunuyor. Buraya gelmek için Monorail denilen hava tramvayına veya LRT denilen metroya binebilirsiniz. Ulaşımla ilgili dikkat edilmesi gereken nokta tüm ulaşım araçlarında girişte aldığınız bileti çıkışta alete okutarak çıkıyorsunuz. Bu nedenle saklamanız gerekiyor. Fiyat gideceğiniz istasyona göre değişiyor ancak 1-5 lira arası çok düşük rakam tutuyor.
Uzakdoğuya geldik teknoloji alışverişi yapalım diyorsanız Low Yat Plaza denilen AVM’yi bulmalısınız. Sungei Wang plazada daha küçük çaplı dükkânlar var. Fiyat bazı ürünlerde anlamlı ucuz ancak her şey ucuz değil beklentinizi düşük tutun.
Pavilion devasa büyüklükte bir AVM, biz dükkânlarını gezmedik ancak en üst katında Japon dükkânlarının bulunduğu Tokyo Street denilen bir bölüm için girmiş bulunduk. Yaklaşan Çin yeni yılı için süslemeleri tamamlamışlardı. Keçi yılı sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama benim ömrümde gördüğüm en güzel market süslemesi olduğunu söylemeliyim. Alışveriş çılgınlığı uzakdoğuda bir başka yaşanıyor.
Sokak yemeği meraklısıysanız Jalan Alor denilen sokak tam size göre ancak yemek denerken baharatları ve tatları konusunda çok farklı bir deneyime hazır olmanızı öneririm.
Biz Enak adı verilen son derece kaliteli Malay restoranını denemeye karar verdik. Satay bizim çöp şiş gibi bir şey ancak tatlı ve oldukça acı bir sosla servis ediliyor. Uzakdoğuda yemeğin tarzı bu: lezzeti ne kadar karışık o kadar iyi. Redang bizim kavurma gibi ama dilinizin hiç tatmadığı baharatlarla pişmiş tatlı acı bir yemek. Balık yemeği konusunda şunu söylemek gerekir Hint safranı denilen bir baharatla pişirilmiş olduğu için balık belirgin ayak kokuyor ve felaket acı. Buğday yetişmeyen bir ülkede ayak kokulu aromalı ve çok acı bir yemeği ekmek yemeden yerim diyorsanız deneyin. Buradan sevmediğim anlaşılmasın ben balığı lezzetli buldum ama bizim anladığımız balıkla arasında bir ayak kokusu kadar fark vardı. Pilav konusunu hiç açmayalım çünkü pirincin hiç tuz ve yağ koymadan haşlanarak lapa haline getirilmesine buralarda pilav deniyor. Yahu arkadaş bir şey bu kadar mı yağsız tuzsuz olur?
Meyveler konusunda daha iyimser olabilirsiniz. Jack Fruids denilen ağaçta yetişen 40 kg’lık meyveyi tadın. Bu ağırlıkta meyve mi olurmuş demeyin ben gördüm var. Denizkestanesi şeklindeki Rambutan, içinden üzüm benzeri meyve çıkan güzel bir şey. Mangosteen; içini sarımsak diye satsanız kimse anlamaz ama tatlı ve yumuşak. Rose Apple tatlı hoş kokulu. Tamorind keçiboynuzu gibi ekşi ve lifli. Ananas, mango ve papaya bildik meyveler diye burada yazmadım. Hepsinin fotografını koysam yazı evliya çelebi seyahatnamesine dönecek bu bakımdan kusura bakmayın.
Yemek konusunu fazla uzatmadan sizi gece gezisi olarak Little India Brickfields denilen Hint mahallesine götüreyim. Burası kentin içindeki Hint pazarının çok sıkışık olması nedeniyle tasarlanmış. Büyük bir yangın ile kentin büyük hasar görmesi sonucu bu bölgede tuğla fabrikaları kurulmuş. Şimdilerde burası artık Hint Mahallesi ve açılışını Hindistan Cumhurbaşkanı yapmış.
Hoş bir mimarisi var, bizi Hint müziği ve yağmur karşılıyor. Yağmur derken tropik yağmuru şöyle özetlemek lazım acayip bir sağanak ancak su damlaları 30 derece ısıda. Yani al şampuanı gir altına duşunu al çık.
Hint giysileri satan dükkânlar çok ilginç, her türlü rengi karmakarışık giyiyorlar. Renk uyumu Avrupa kıtası kadar uzak kalıyor buralara. Müzik desen bu kadar mı yüksek sesli olur? Sakın çocuğunuza müziğin sesini açıyor diye kızmayın sonra bir Hintli komşunuz olur üzülürsünüz. Ancak yemek dükkânlarının kokusu ve temizliği için ayrı bir parantez açmak gerekir. Öyle bir koku var ki bu kokuda ben yemek yerim diyene ısmarlarım dedim 15 kişiden bir kahraman çıkmadı, gerisini siz düşünün artık. Hijyen için sıfır demek ayıp olur eksi üç falan daha uygun düşer sanırım. Ancak büyüleyici bir dünya, bambaşka bir kültür kaçırmayın mutlaka gidin derim.
Batu Caves KL’nin olmazsa olmazlarından ancak orasıyla ilgili bir yazı yazmış olduğum için burada sadece adından bahsetmekle yetineceğim.
Bizim yaptığımız gibi Batu Caves sonrası Petronas ikiz Kuleleri’ne giderseniz aradaki kültür uçurumu size daha çarpıcı gelecektir sanrım. Bu binaları görmeden önce internetten yapımıyla ilgili 45 dakikalık bir belgesel var izlemenizi öneririm.
İnternette petronastwintowers adlı siteden bilet alabiliyorsunuz. Ancak en geç 15 gün için bilet satıyorlar. Bir kişi yaklaşık 50 lira civarı tutuyor. Bu para ile sizi 41. kattaki Skybridge denilen köprüye ve 86. kattaki gözlem platformuna çıkarıyorlar. Manzara çok güzel; 386 metre yukarıdan bakınmak sıkça yapılabilecek bir aktivite değil ancak saat konusunda çok hassaslar: Biletinizin tam saatinden önce orada olun; tıpkı uçağa biner gibi bir kısım seremonileri var.
Arkasında bir park var oraya çıkın ve 452 metre yüksekliğe şöyle bir göz atın. İslam mimarisi dikkate alınarak yapılmış paslanmaz çelik kaplı binalar hakikaten zarifler. Alışveriş meraklısı iseniz altındaki KLCC Suria AVM’ye bir bakabilirsiniz.
Menara Kuala Lumpur kentin sembollerinden 451 metrelik bir kule. Bukit Nanas yani ananas tepesinde yapılmış bu nedenle Petronas kulelerinden büyük görünüyor. Kulede open deck denilen açık balkondan 307 metreden ayağınızı sarkıtıp oturmak ilginizi çekerse gidin yoksa Petronas’a gitmenizi öneririm.
KL için tek hayal kırıklığı Petaling Street denilen Çin mahallesindeki gece pazarıydı. Yazılanlar ve görsellerin aksine çok sıkışık, vasat ve kalabalıktı. Biz Çin yeni yılı kutlamaları kurbanı olmuş olabiliriz ancak ben yine de önermem.
KL Bird Park ve ünlü Çin tapınağı Thean Hue Temple için bizim vaktimiz olmadı ancak dikkate değer güzellikte yerler düşünebilirsiniz.
Değişik bir iklimde bulunmak, bambaşka insanları bir arada huzur içerisinde yaşarken görmek Kuala Lumpur için sıradan bir olay. Sadece Malayların sesiz ve saygılı duruşlarını, Hintlilerin o renkli dünyalarını ve Çinlilerin ticaret aşkını görmek için bile gidilebilir. Malayların tanıtım sloganı burada tamamen doğru, burası “Gerçek Asya”. Yolunuzu Kuala Lumpur’a düşürün size her zaman karşılığını verecektir.
Comments