Kalabalık, çok kalabalık, daha çok kalabalık... Aslında Tokyo için söylenebileceklerin başında bu geliyor olsa gerek. Zaten nüfusunun 35 milyon olan bir kentte başka ne söylenebilir ki. Esasında Tokyo'yu bizdeki şehir standardına göre düşünmemek gerekir. Tokyo, gerçekte bir "şehirler bütünü". Onlarca merkezi var, yani onlarca Taksim'i, onlarca Kızılay'ı. Tokyo'nun nerede başlayıp nerede bittiği konusunda halen Japonya'da bile net bir fikir birliği yok. Siz geziniz içerisinde merkez Tokyo'da vakit geçireceksiniz. Hava alanı kente 90km uzaklıkta ve tamamen şehir içi yolculuk yapılıyor. Kent kuş bakışı 110 kilometrelik bir çember şeklinde alanı kaplıyor. Merkez Tokyo yaklaşık 9 milyon insanın yaşadığı büyük bir bölüm ve kentin dış halkasıyla ulaşım ağının kesiştiği büyük istasyon bölgeleri kent merkezleri olarak öne çıkmış. Sizde genel olarak bu bölümde bulunacağınızı düşünebilirsiniz.

Çok değişik bir kent burası yapılacaklar saymakla bitmez. Üç yazıda bunları toplamaya çalışacağım. İsterseniz önce değişik bir noktadan başlayıp bu kentten ne alınır ile başlayalım.
Sevdiklerinize ya da kendinize hediyelik eşya götürmek isteyenler için Tokyo'da binlerce alternatif var. Klasik olduğu üzere magnet, porselen üzerinde ülkenin sembolleri, anahtarlık vs. dışında Japon lokumları ve şekerlemeleri, sevimli ambalajlar içinde jöleler, özenle paketlenmiş suşi gibi gıdalar da hediyelik olarak götürülebilir seçenekler arasında. Bunların yanı sıra yemek çubukları (chopstick), ahşaptan Japon bebekleri, yelpazeler, sake kapları, porselenler, geleneksel Japon kıyafetleri, renkli kutular içerisinde Japon çayları, Japonların pek sevdiği Gundam robotları ya da anime karakterlerinin modelleri ve dahası hediye olarak düşünülebilir. Hediyelikler ve ilgi çekici objeler bakabileceğiniz değişik yerleri planımı takip ederseniz bolca göreceğinize emin olabilirsiniz. Ancak fiyatı uygun bulup almak isteyeceğiniz konusunda biraz bakınmanız gerekecek çünkü burası pahalı bir kent. Ancak durum pekte ümitsiz değil. Bu ülkeye gelmiş, yemiş, içmiş ve hiç bir şey almadan gitmiş kimse görmedim. Yani Tokyo'dan öyle veya böyle bir şeyler beğenip alacaksızınız sanırım.

Gelelim gezmek kısmına…
Çok büyük bir kentte oradan oraya savrulmamak adına konumsal yakınlığı dikkate alan bir mantıkla gezmenizi öneririm. Öncelikle bu günümüzün çoğunluğunu kentin kuzey doğu bölümünde geçireceğiz. Akşam saati kısa bir güney doğu molası verip tamamlayacağız. Bugünü üç bölüm odaklı gezeceğiz;Uneo, Asakusa ve Shibuya.
Gittiğim yerlerde gezi planlarken hep aklımda eğer bir günüm olsaydı sorusunu düşünürüm. Bu nedenle burada da "eğer Tokyo'da bir günümüz olsaydı" sorusunu çok düşündüm ama üç gününüz yoksa çok üzülürüm. Çünkü Tokyo'nun tüm renklerini bir sayfada boyamak mümkün değil. Ancak bugün size bir Japonya'ya giriş dersi gibi bir plan yaptım. Çılgın bir gün olacak, karmaşık bir planımız var ama Japon kültürünün tüm iyi ve garip yanlarını bir sepette toplayıverdim. Coğrafi olarak kentin doğusunda yani daha geleneksel kesimlerinde takılacağız. Ancak bu geleneksellik kelimesinin sizlerde uyandıracağını düşündüğüm hisle karşılaşacaklarınızın bire bir örtüşmeyeceğini de hemen belirteyim.

1- UNEO Bölgesi
Burası kentin doğusunda yerleşmiş büyük bir park alanı. İçerisinde hayvanat bahçesinden, tapınaklara, nilüferlerle dolu gölden çok büyük müzelere kadar bir çok renk barındırıyor. Hepsini gezseniz bir gününüzü rahat alır. Ancak bir hızlandırılmış bir özetle iki saat yeterli gelir sanıyorum. Yemek konusunda dertlenmeyin bugün o kadar çok çarşı pazar göreceksiniz ki acıkanın ağzına atıştıracağı bir şeyler hep olacak çevrede. Bu nedenle de net bir yemek molası bile belirlemeyebilirsiniz.

Uneo Park
Parkın içerisinde kısa bir yürüyüş yaparken değişik tapınakların, büyük bir hayvanat bahçesinin önünden geçeceksiniz. Ağaçlarla dolu bu parkta Nilüferlerle dolu bir gölet görmek size şaşırtıcı gelecek. Eğer çiçekler açıksa zihninizde kalıcı bir iz bırakacak bir yer olacak. Uneo park hakikaten dinlenilesi ve gezilesi bir yer. Japonlar bu park işini çok iyi biliyorlar. Sakura yani Japon kirazı ağaçları Mart, Nisan aylarında açıyor. O mevsimde gelirseniz iyice büyüleyici bir hal alacaktır. Her ne kadar kentlerini fazla beton, fazla gri ve donuk bulsam da parklar ve tapınak bahçeleri son derece etkileyici ve dinlendirici.

Parkın içerisinde iki noktayı gözden kaçırmanızı öneririm. Birincisi Saigō Takamori heykeli. Bu kişi Son Samuray filminin ilham aldığı kişiyi anlatıyor. Bu kişi imparatora karşı savaş açmış modern silahlar kullanmayı reddetmiş bir kişidir. Geleneksel samuray yöntemleri ile devrimci imparatora savaş açmış bir kişi. Savaşı imparator kazanmış olmasına karşın Takamori’nin unutulmaması için heykelini dikme fikri de ancak Japon ince fikirliliğinin bir eseri olabilir sanırım.
İkinci notta ise Tokugawa Ieyasu adlı Shogun’un mezarı. Japonya’da Shogun kabaca şehir devletinin başı demek ve tüm Japonya'da kentler böyle idare edilirmiş. Shogunlar güvenlik için Samuray adı verilen paralı ancak ölümüne sadık adamlar besler ve ekonominin merkezi olan çiftçileri korurlarmış. Ülke ada olunca İmparatorun ordusu bile yokmuş gerekirse Shogunları çağırırmış. İmparator tanrısal bir kişilik olduğu için çağrıya uymamak düşünülmezmiş bile. Ancak yüz yıllar Shogunların arasındaki savaşlar ve yağmalarla geçmiş. 1603'de Tokugawa Şogunluğu kurucusu Tokugawa Ieyasu, Edo'yu şogun yönetiminin başkenti yapmış. Edo Tokyo’nun eski adı. O vakitten sonra Edo hızla büyümüş önem kazanmış. Gel zaman git zaman Edo Shogun'u bir entrika ile intihara zorlanmış. Shogunları ölen samuraylar başıboş kalmış. Başıboş kalmış samuraylara ronin denilirmiş bu ülkede. Bunların en ünlüsü 47 Ronin öyküsü pek çok kez filmi çekilmiş. Son filmini seyretmediyseniz hararetle seğir etmenizi öneririm.

Shogunluk yıllarında 200 yıl Japonya tamamen dışa kapanmış. Ülkeden kimse çıkarılmamış ve girişler kapatılmış. İki yüz yıllık tam bir izolasyon ile Japon kültürü iyice farklılaşmış dünyadan.

Neyse uzun lafın kısası Japon devletini tek Shogunluk altında birleştiren yani Birleşik Japon Devletinin kurucusu bu kişinin mezarı bu parkta ve oldukça güzel bir meka ziyaret etmenizi öneririm.

Ameyoko "Ameya Yokocho"
Burası Ueno metro istasyonunun hemen altında yer alan halk pazarı. İçerisinde çantacılar, ne olduğunu anladığınız ve anlamadığınız çeşitlerden oluşmuş yiyecek satıcıları, kurutulmuş meyve ve türlüce sebze satıcıları, balıkçılar, ayakkabıcılar, tuhaf uzak doğu objeleri ve şekerciler gibi uzun bir liste içeren satıcı var. İlgimç hediyelikler için çok farklı şeyler bulabileceğiniz bir yer. Tokyo'ya geldik bir pazar görmedik demezsiniz. Wasabi bezelye benzeri değişik bir bitki son derece acı ve burunu yakan bir tadı var. Ancak Japon kültürünün bir parçası olarak görebilirsiniz. Ve wasabi bu pazarda yaygın biçimde satılıyor. Güzel ancak çok aşırı kalabalık bir yer, gerçi Tokyo'da kalabalık olmayan bir yer yok ama yine de fikri olark siz hazırlıklı olun.

2- ASAKUSA BÖLGESi
Biz artık çok geleneksel ve çok hareketli bir mahalle olan Asakusa'ya gelmiş bulunuyoruz. Burası doğunun başkenti olarak adlandırılıyor ve kentin merkezlerinden birisi.
Metrodan çıkınca sizi nehir kıyısından Tokyo Skytree denilen kule ve bir bira fabrikasının binasının panaromasını izlemeniz için nehir kıyısına yönelmenizi öneririm. Skytree kulesi 600 metre yüksekliğinde dev bir yapı ve geceleri çok güzel görünüyor. Bira binası ise Tokyolular tarafından çok sevilirmiş. Binanın şekli bir bardak birayı tanımlarmış diyorlar. Binaya bakınca uzak doğunun tanımlamalarının bize ne kadar uzak olduğunu anlayacaksınız. Görünümü fantastikte olsa ben şahsen bira bardağına falan benzetemedim bakalım siz benzetebilecek misiniz?

Bu noktada yoruldunuz ve acıktınızsa bir KFC ve Burger King gibi zincir restoranları burada bulabilirsiniz. Yoksa Asakusa labirentinde kendinizi kaybedip Japon yemekleri yiyebilirsiniz. Japon yemekleri hakkında daha detaylı bilgi isterdeniz Osaka yazımda detaylı bir yemek bölümü hazırladım oraya bakabilirsiniz. Alçak binalardan oluşan ve daha klasik Japon tarzı olan bu mahalle sizi hayli yoracak o yüzden girmeden biraz beslenin ve dinlenin derim ben.

"Kaminamiron Gate" ve "Nakamise Dori"
Kısa bir mola ile yenilenmiş olduğunuzu umuyorum. Artık Asakusa'nın kapısındayız. Kapı Japon geleneğinde çok önemli çünkü Japonlar ruhların dünyada dolaştığına inanıyorlar ve bu kapılar onların huzurlu olması ve boyutlar arasında geçmelerini sağladığına inanıyorlarmış.

Kaminamiron kapısı belki de bu ülkede göreceğiniz en görkemli kapılardan birisi. Eh arkasında tüm ülkedeki en kutsal mabetlerden birisi olunca kapısı da böyle oluyor demek ki. Ortasında kağıttan bir fener asılı olan bu kapı tam vurucu fotoğraflar mekanı. Birisine ben Japonya'dayken diye gösterilebilecek bir görseli var. Ruhların buradan girince tapınakta huzuru aramaları için öncelikle kapitalist dünyanın arasından geçmeleri gerekecek.

Çünkü görkemli kapımızı geçince karşınıza Asakusa Tapınağına çıkan Nakamise Dori caddesi çıkacak. Aslında bu biraz yanlış oldu çünkü dori zaten cadde demek ama olsun karıştırmayın şimdi. Burası uzunca, ama dar bir cadde ve sağlı sollu hediyelik eşya dükkânlarından oluşuyor. Bu son derece kalabalık caddeye girince ilk gözünüze pardon burnunuza çarpacak olan sıcak sıcak pişmiş Japon kurabiyeleri olacak. Alışveriş seven gezginlerin gözleri fıldır fıldır olacak ve kısa süreli zihinsel kontrol kayıpları olacak. Ekibinizin en alışveriş sevmez üyeleri dahi kalabalık ve renk cümbüşüne kapılacak. Evet, alışveriş tanrıları kurban istiyor.

Dükkânların çeşitliği satılan objelerin çeşitliliği bakımından Tokyo'da daha iyisini bulamazsınız. Ne arıyorsunuz bilmem ama aradığınızı burada mutlaka bulacaksınız. Ayrıca bu caddenin paralel caddelerinde de çok güzel ve ilginç parçalar bulabileceğiniz dükkânlarla dolu. Ben baykuş satıldığını dahi gördüm. Satılan malzemeler çok ilginç ve çeşitli ancak fiyatlarının "Japon" olduğunu unutmayın. Burası çok zengin ve pahalı bir ülke alabilecekleriniz için iyi bir fiyat ödemeye hazırlıklı olun. Buraya kadar kısa bir Alice Harikalar Diyarında izledik, şimdi gerçek hayata geçelim. Japonya’da Tapınaklar erken kapanır buna dikkat edin size tavsiyem kapanmadan önce tapınağı gezin sonra alışveriş için serbest zaman verirsiniz. Yapısından dolayı Tokyo'da kaybolmadan serbest dolaşabileceğiniz yegâne yer burası zati. Kaybolanı Senso Ji'nin kapısı yani Hozomon Gate'ten alırsınız.

Burada yeme içme imkanı çok çeşitli ama atlamamanız gereken bir şeyde dango veya Kibidango. Bu geleneksel bir Japon tatlısı olarak turistlerin ilgisini üzerine çekiyor. Pirinç, şeker ve nişastayla maharetli Japon kadınlarının elleriyle yaptığı bu tatlı ufak çubuklarla tadabilirsiniz. Bizim midye tava gibi görünüyor ve sıcak sıcak yeniyor. İlginç bir deneyim olacak.

Yeme içme çeşitleri bununla sınırlı değil Yeşil Çay Yaprağı Dondurması (Matchaaisu) da denemesi gerekenlerden. Çok sağlıklı ve bir o kadar ilginç bir dondurma türü olan Matchaaisu’yu denemeden Asakusa’dan ayrılmak kayıp olur. Ancak Japon tatlılarının pek tatlı olmadığını belirteyim. Burası tatlı olmayan tatlılar ülkesi.

Senso Ji Temple
Hozomon kapısı ilk kapıdan çok daha heybetli ve gösterişli. Klasik Japon tapınak kapısı tarzında yapılmış. Buradan da anlayacağınız gibi tapınak kapıları ve şehir kapıları farklı tarzdalar. Bu tapınak Tokyo'nun en kutsal mekânı kabul edilebilir. Kent burasının çevresine kurulmuş yani kentin varlık sebebi. Rivayete göre 628 yılında bir çift balıkçı burada kutsal bir heykel bulur ve küçük bir tapınak yapar. Gel zaman git zaman tapınak büyür de büyür. İkinci dünya savaşında tüm Tokyo gibi burası da yıkılır. Ancak sonrasında yeniden yapılır. Yazılanlara göre yenilenme ve faaliyetleri halen devam etmekteymiş. Ancak tapınağın Pagoda adı verilen çok katlı ve köşeli kulesi ile kapının görüntüsüne bakınca yenileyenlerin eline sağlık demeden edemiyorum.

Burası Japonların dini gibi Budist ve Şintoist karışık bir tapınak. Bu hiç aklınızdan çıkmasın Japon şinto yaşar ve sevinir, Budist düşünür ve ölür. Şintoizm ve birleşik Japon felsefesi hakkında gitmeden birz bir şeyler öğrenmenizi öneririm.

Tapınakların bence en ilgi çekici bölümü olan Pagoda, Budistlerin kule tarzı dinî yapılarına verilen ad ve pagodanın kat sayısı 5 ile 13 arasında değişiyor ve katlar daima birbirinden farklı büyüklükte olurlar. Kulenin kenarlarında bir veya dört adet uzun bir sütun varmış. Yerden başlayıp çatıya kadar uzanan sütunlar ise göğü ayakta tutan direkleri sembolize ederlermiş. Üzerlerinde çepeçevre bir saçak bulunan bu katlar Tanrıların gök katlarını temsil edermiş. Pagodaların din alanındaki önemi Buda'nın kalıntılarının korunduğu yerler olmasıymış.

Bir de Japon tapınaklarında kuş yuvası gibi minik taş veya ahşap yapılar dikkatinizi çekecek onlarda Tayland'ta ki gib ruh evini oluyor. Tapınak yapılırken rahatsız edilen veya tapınakta çalışıp ölen insanların ruhlarının rahat etmesi için yapılmış yapılarmış.

Binanın girişinde duman çıkaran tütsü varilleri var ve orada dumanı üzerlerine serpeleyen kişiler göreceksiniz. Bu kişiler kutsal tütsü ile ruhlarını temizliyorlar ve hemen yandaki çeşmede bambu kaplardan temiz su alıp ellerini ve ağızlarını dünyadan arındırıyorlar. Böylelikle dua etmek için tanrılara gidip para atıp dua ediyorlar. Paranın atıldığı ızgaradan çıkan sesin tanrılara ulaştığını düşünüyorlar. Tıpkı Hinduların veya Çinlilerin tapınakta zil çalması gibi aynı tip ritüeller.
İnanın burası karmaşıklıklar ülkesi. Japon tren sistemine veya teknolojiye bakıyorum hayranlıktan dilim tutuluyor, bir de bu dini konulardaki tutumlarına, inanışlarına ve ilave olaral aşırı çocuksu bilgisayar oyunu düşkünlüklerine bakıyorum bir yerlere oturtmakta güçlük çekiyorum. Sanırım en doğrusu Japonya'yı hap gibi bütün olarak ele almak. Çünkü parçalara ayırınca bir arada çok komik duruyorlar.

Son olarak tamamlarken burası aşırı kalabalık ve aşırı gösterişli Japon Tapınağı onun için ayırdığınız zamanı sonuna kadar hak ediyor. Tapınaklarla ilgili değinile bilecek başka detaylar da var ancak bunları da ilerleyen tapınaklara bıraktım.
3- Shibuya Bölgesi
Shibuya bir bölgenin adı ama adını bir kavşaktan alıyor tam yolların kesiştiği yerde bulunan bir kavşak. İnsanlar diğer büyük istasyonlar gibi aktarma yapma ve burada yemek, alışveriş, manga gibi nedenlerle geliyorlar. Gelenler çok olmalı ki burası dünyanın en kalabalık kavşağı. En kalabalık saatlerde bir yeşil ışıkta 2500 kişi karşıdan karşıya geçermiş. Ortalama her saate 90.000 kişi bu kavşaktan karşıya geçtiği yazılıyor. Burası Shibuya burada karşıdan karşıya geçmek başlı başına bir etkinlik. Sizde bu dünyanın en kalabalık kavşağında bir arzı endam edin derim.

Tokyo denilince akla ilk gelen ışıklı ve kalabalık kavşakların fotoğraflarının çekildiği yerin Shibuya kavşağı olduğu oradaki ana meydana varınca hemen anlaşılıyor. Gerçekten de bu bölgeyi görene kadar Tokyo’nun kalabalığını gördüğünüzü düşünmeyin. Kırmızı ışıkta bekleyen ve yeşil yandığında her bir yandan diğer tarafa geçen insanların düzen içindeki kaosları inanılmaz. Shibuya‘nın bu meşhur ana kavşağı Lost in Translation The Fast and the Furious: Tokyo Drift, Resident Evil: Afterlife ve Retribution gibi pek çok ünlü filme dekor görevi üstlenmiş. İzlediğim görüntülerde günün yoğun saatlerinde binlerce kişinin aynı anda karşıdan karşıya geçtiği bu kavşağın inanılmaz düzenine sebep Japonların sakin ve saygılı kişilikleri olsa gerek. Karşıya geçişlerde hiç bir itişme ve temas gözlemlemedim. Kavşağa bakan meydanda bir Starbucks kahvecisi var. Kahvenizi alın ikinci kattan bir 30 dakika geleni geçeni izleyin şaşkınlık verici bir yer burası.

Shibuya ile en özdeşleşmiş şey sanırım kalabalıktan çok köpek Hachiko olsa gerek. Haçiko'nun hikayesi 1924 yılında Tokyo üniversitesinde görev yapan bir profesörün yolda minik bir yavruyken bulduğu köpeği sahiplenmesiyle başlar. İki yıl boyunca her gün sahibine metroya kadar eşlik eden köpek her akşam karşılamak için Shibuya istasyonunun önüne gidip bekler. Bir gün Profesör üniversitede ani bir kalp krizi geçirmesi sonucu ölür. Köpek her akşam sahibinin geldiği saate artık hiç gelmeyecek olan sahibini beklemeye başlar ve beklemeler tam 10 yıl sürer. Bu süre içerisinde tüm ülkede çok sevilen ve derin saygı duyulan bir kişilik haline gelmiştir. Hachiko 12 yaşına geldiğinde 1935 yılında sahibi bekler halde ölmüş. Japonlar gördükleri bu sadakatin sembolü olarak Hachiko’nun heykelini dikmişler. Ancak heykeli Japon anakarasının savunması sırasında bomba yapmak için eritmişler. Savaş sonrası alınan kalıptan birebir kopyası çıkarılarak yenine koyulmuş. Kendisi Tokyo'nun sembolü durumunda çok saygı duyulan bir karakter ve şahsi görüşüme göre bu saygıyı sonuna kadar hak ediyor. Ülkemizde de tanınmış olan Hachiko'nun pek çok kez filmi çekilmiş.

Ancak bana oldukça tuhaf geleni Richard Gere'in Amerika'da geçen bir hikaye gibi filmi çekmesi oldu. Kendi kişisel görüşüm ve 35 milyon Tokyo'lunun görüşü Hachiko Tokyo'nun ruhunun bir parçası ve orda kalmalı.

Saatin ilerlemesi sebebiyle çok yorulduğunuzu biliyorum ancak son enerjinizle size Shibuya'nın en ışıltılı caddesinde kısa bir yürüyüş yaptıracağım böylelikle yarınki Parlak Tokyo'ya bir giriş yapmış olacağız. Hachiko duvarı Tokyoluların buluşma mekânı sizimde bir hatıra fotoğrafınız olsun burada sonra doğru otele dönebilirsiniz. Biz burada bir Japon restoranında ramen ve temptura yedik. Aramzda suşi yiyenlerde oldu. Burada yemek çeşidi ve seçeneği çok var. Bu yemeklerin detayını Osaka yazısında bulabilirsiniz.

Oldukça yorucu olduğunu düşündüğüm ancak oldukça severek hazırladığım bir gün oldu. Biz gezerken de çok keyif aldık. Japonya'da olduğunuzu hissedecek kadar kültür ve sanat, halkın yaşamını görecek kadar pazar, dini yaşamı anlayacak süper bir tapınak ve materyalist dünyanın sarsıcı çarşıları ile dolu bir gün olacak. Alışveriş tanrıları kurban istiyor hazırlıklı olun. Çanta ve yelpaze, ıvır ve zıvır ve varsa burada olacak. Çok yorucu olacak ancak Tokyo’da yorucu olmayan bir gün geçirmenizde neredeyse imkansız.
Opmerkingen