top of page
  • Yazarın fotoğrafıMurat Hüseyin inceoglu

LETONYA "Kapsamlı gezi rehberi"

Güncelleme tarihi: 29 Ara 2019

    Adeta bir lego parçası gibi şekilleri olan üç Baltık ülkesinden ortada kalmış olanı. Letonya'nın Letonca adı Latvija olarak biliniyor. Kara sınırlarını kuzeyde Estonya, güneyde Litvanya; doğuda ise Rusya Federasyonu ve Belarus ile paylaşmaktadır. Aynı zamanda Letonya, İsveç ile denizden sınırdaştır. Yüzölçümü: 64.589 km² kadar minik bir ülke. Ancak bu küçüklüğü daha iyi hayal edebilmeniz için İsviçre 41.000 km² olduğunu belirtmeliyim. Başlıca illeri başkent Riga o kadar, başka 100.000 nüfusu aşan kenti yok. Nüfusu 2.400.000 kadar, başkentin merkezi 700.000 banliyöleri ile beraber 1.200.000 ediyor. Kısaca ülkenin yarısı başkentte yaşıyor.



     Günümüzdeki Letonlar ve Litvanlar MÖ 2500 civarında Baltık Denizi civarında yerleşen Hint-Avrupa halklarının torunlarıdır. Yani kabaca baktığımızda üç Baltık ülkesinden alt ikisi yani Litvanya ve Letonya akraba soydan geliyor. Dil yapısı bakımından komşu dillerden farklı olup sadece bu ikisinin akrabalığı olan bir "Baltık halkları dili" olarak adlandırılan bir dil kullanmaktadırlar.

    Ülke 1282 yılında Riga dahil birçok Leton şehri Kuzey Alman Ticaret Ortaklığı olan Hansa Birliği'ne katıldılar. Böylece Riga, Doğu Baltık ticaret yollarında önemli bir yer kazandı. yüze yakın şehrin kurduğu bu Hansa birliği ordusu ve meclisi olan dünyanın ilk ticari birliği olmuş ve 1670 yılına kasar 400 yıl boyunca Avrupa Ekonomik Topluluğuna benzeyen bu birlik Baltık devletlerinin kalkınmasında önemli roller üstlenmiş.

     Letonya 18 Kasım 1918 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiş. Letonya II. Dünya Savaşı'nda bir süre Nazi Almanyası tarafından işgal edildi. 1944 yılında kurulan Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nin parçalanmasına kadar bir Sovyet Cumhuriyeti olarak kalmış.

     Tarihler 23 Ağustos 1989'u gösterdiğinde düzenlenen sivil Baltık Zinciri barışçıl bir siyasi gösteri buraları kökten sarsmış. Yaklaşık 2 milyon gösterici, Sovyetler Birliği'nin 3 Baltık cumhuriyeti olan Estonya SSC, Letonya SSC ve Litvanya SSC'de el ele tutuşarak toplamda 675.5 kilometre uzunluğunda bir insan zinciri oluşturmuşlar. Bu sayıya dikkatinizi çekmek için bu üç ülkenin toplam nüfuslarının 5 milyon olduğunu bilerek zinciri oluşturan 2 milyon insanın ne kadar büyük olduğunu düşünmenizi istiyorum.




    Bu eylemi takip eden aylar içerisinde bağımsızlıklarını kazandılar (21/8/1991). Rusya'nın bu ülkeleri /geri almasından çok endişelenen batı ülkeleri Letonya'yı 2004 yılında da Avrupa Birliği'ne ve /NATO'ya üye olarak kabul etmiş.



     Bugün Letonya yaklaşın 27.000 dolar kişi başına düşen gelir ile zengin sayılabilecek bir ülke. Ancak ülkeyi kısaca inceleyince İsviçre veya Hollanda gibi derinlemesine nüfuz etmiş bir zenginlik ve asalet görmek mümkün değil. Sanırım bunlarınki daha çok nüfus azlığından kaynaklanan bir zenginlik. Yoksa yakından inceleyince yer yer fakir hissi uyandıran görüntüler mevcut. Çünkü özellikle başkent Riga'nın tarihi olmayan kısımlarını incelediğinizde "Komisit Palas" havasını hemen seziyorsunuz. Zati nüfusun %40 kadarını Rus veya Rus kökenliler oluşturuyormuş. Bazı ekonomistler ülkenin gelirini 12.000 dolar civarında hesaplamışlar.


    Başkent Riga şehrinin tam ortasından geçen ve şehre hayat veren daugava (bol su) nehri aynı İstanbul boğazı gibi şehri ikiye ayırıyor ve Baltık denizinde son buluyor. ama İstanbul’dakinden farklı olarak nehrin iki yakası mafyanın elindeki kaffe ve gece kulüpleriyle değil alabildiğine yeşil çimlerle ve banklarla dolu. Ancak hemen bir eleştiri getirebilirim gördüğüm diğer tüm kentlerden farklı olarak kent nehre tamamen sırtını dönmüş. Sanki kentle nehrin hiç ilgisi yok gibi. Bu durumun mantıklı bir açıklaması yoksa Letonların nehir sevmeğini söyleye bilirim.



    Kısa bir gözlemle Baltık ülkelerinde daha önce hiç bir ülkede görmediğim kadar AVM olduğunu saptadım. Hemen kısa bir araştırmada ile anladım ki turistik binalar dışında bu soğuk memleketlerde hayat kapalı yerlerde dönüyor. Uzun, karanlık ve soğuk kışlar boyunca insanlar için bir kaçış yeri oluyorlar. Yani buradaki AVM kavramı bizdekilerden biraz daha farklı. Hatta öyle ki bazı AVM'ler sadece konularına göre kümelenmişler.


Tuna kadar büyük ve donuk Dauvega nehri.

    Başkent gezisine başlamadan önce sadan biraz kent kıyısından başlamak sonra yemek saatine doğru başkente dönmek daha makul olue diye düşünüyorum. Riga ve jurmala bir veya bir buçuk günde gezilebilecek bir yer. Arzu ederseniz siz de bizim gibi yapıp burada Estonya'ya geçip hem orayı gezip hem de arabanızı orada bırakıp dönebilirsiniz. İki ülkede geçireceğiniz dört gün tam tadında ve dinlendiricilikte olacaktır.


     JURMALA

    Burası için neler yazsam, nasıl başlasam kestirmek güç. Başkent Riga'ya 30km uzaklıkta kışları 80.000 nüfuslu, yazları ise 250.000 kadar insanı barındıran bir sahil kasabası. İnanın bu hayatta yaşamak istediğim bir kasabayı bu kadar iyi birleştirebilen bir yer görmedim. Çok beğendiğim Cascais, Riva del Garda, Annecy gibi yerlerden çok daha cazip ve yaşanılası bir dokusu var. Tabi ki hemen valizi toplayıp buraya taşının diyemiyorum çünkü kışları güneşin sadece bir kaç saatliğine görünmesi, ısının 3 ay boyunca nadiren sıfırın üzerine çıkması ve denizin kışları bazen 1 km kadar donması bir Akdeniz insanının kolay kabullenebileceği şeyler değil. Fakat kasabanın dokusu, evleri , yeşilliği tam benim hayalim. Bunun ideal birleşimini bulana kadar hayalimizi aramaya devam ne diyelim.




    Yaklaşık 7 km'lik bir sahile yerleşmiş, minik kasaba, ağırlıkla tek veya iki katlı ahşap evlerden oluşmuş bir yer. Kendinizi bir bilim kurgu filminde bulsanız ve burası terk edilmiş bir kasaba olsa siz yaşamak için hangi evde oturacağınızı seçmekte zorlanabilirsiniz. Eğer her şey büyük olsun diyenlerdenseniz burası size keyif vermeyebilir. Ancak minimalist ve naif binalarla dolu bir yer Jurmala. Aynı zamanda termal bir kasaba ve bir termal tesisi de var fakat yorumlar beni konaklamadan uzaklaştırdı siz eğer ilgileniyorsanız düşünebilirsiniz. Bu kasabasında Letonya usulü sayfiye deneyimi yapıp ana caddesinde ve plajında biraz dolanın.



    Biz Şubat ayında gittik, deniz donuk değildi ancak plaj dondurucu soğuktu. Siz plajda donmuş bir deniz mi bulacaksınız bilemiyorum ancak görmek güzel olacak. Denize girmeğe çalıştığınızda 500m yürümeniz gerektiği için yürüyüş ve yüzme sporlarını beraber çıkarma şansınız oluyormuş. Yani denize girenler olmuş, yazılarını okudum ben onların yalancısıyım, yoksa Baltık denizin bu kesiminde denize girme fikri bana çok ütopik geliyor. Bir kahvesini içip dönersiniz. Jurmala'nın ben burayı çok sevdim hatta hastası oldum. Umarım sizde çok seversiniz.



    Amber dükkanları burada biraz daha hesaplı buradan almanızı öneririm. Bu konuyu biraz daha açmak gerekir sanırım çünkü Letonya ve Estonya için bu durum biraz önemli.

    Kehribar:

     Dünyada bilinen adıyla, Amber taşıyla tanıştıracağım sizleri. Aslında tam olarak taş dememeliyiz. Kehribar, (Amber) tam olarak, bir Çam ağacı reçinesinin fosilidir. Aynı zamanda yerin 25 ile 40 metre derinliklerinde bulunduğuna göre, yer kabuğu katmanı gibi, madenler gibi, damar şeklinde bulunduğuna göre, taşta diyebiliriz. Baltık Denizinden, Polonya açıklarından çıkarılan Amber yüzyıllardır gerek süs eşyası, gerekse kadınların takı olarak kullandıkları son dere parlak bir taş.

    İçerilerinde doğal manzara oluşumları var. Amber bir reçine fosili olduğundan, bazı toz, böcek, sinek, yaprak gibi canlı ve cansız bazı nesneleri mumyalamış olarak korumuş olanları var. Bizde takı olarak pek bilinip rağbet görmese de, Özellikle Avrupa da çok değerli bir taş olarak bilinir ve değer verilirmiş.

    En çok amber üreten ülkeler arasında Polonya, Rusya, Estonya, Litvanya, Letonya, Norveç, İsveç, Ukrayna, Dominik, USA sayılabilirmiş. En değerli olanları Amber ise Baltık ülkeleri ve Dominik cumhuriyetinden çıkanlarmış çünkü daha parlak ve fosilli olanlarıymış bu nedenle bunlar daha çok mücevher imalatında kullanılırmış.



    RiGA "Letonya'nın ruhu"

    Letonya'nın başkenti her şeyi. Ülkenin yarısı bu kentte yaşıyor ve kalbi burada atıyor. Tarih boyunca Hansa Birliği yıllarında şekillenmiş bir tarihi merkezin çevresinde Sovyet yıllarında planlanmış parklar ve "Art Nouveau" binalardan oluşan bir halka var. Bununda dışında gerçek hayatın sürüp gittiği yoğun komünizm kokan mahallelerden oluşan gerçek Riga var. Üç ayrı şehir yapısın soğan kabuğu gibi iç içe duruyorlar. Artı olarak dört adet zeplin hangarına ancak sığan şehrin halk pazarı var ki güneyi şehrin en fakir bölgelerinden birine kurulmuş ve bizim otelimiz Avalon'a çok yakın bir yer var. Burasını da bir dördüncü segment sayabiliriz.



     Evet eski kentin ara sokaklarına dalma vaktimiz geldi. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, şık binalar dan oluşan sempatik naif bir yapısı var tarihi merkezin. Çok abartılı gösterişli olmayan, hafif soluk renkli, kuzeyli karakterli bakımlı bir görünümü var.


      Kara kafalılar loncası ve kent meydanı: Her Avrupa şehrinin ortak bir özelliği vardır ya hani ! Daracık sokaklarda kaybolurken, aniden bir meydana çıkarsınız. Heh işte Riga’nın da en önemli meydanı burası. Şehrin tanıtımlarında da bolca göreceğiniz bu 1344 tarihli yapı, Riga’nın kuruluş yıldönümünde restore edilmiş.



Kırmızı kiremitlerin ve rengarenk süslemelerin güzelleştirdiği yapı, eskiden kara kafalılar denilen yabancı tüccarların loncasıymış. Kara kafalılar denmiş çünkü tüccarlar siyah saçlı güneylilermiş. Şimdilerde turizm ofisi olarak hizmet veriyor. Özellikle hem gündüz hem de akşamları fotoğraf çekip, gezilip görülesi bir yer burası.




Kahve satan dükkanlar her yanda göze çarpıyor. İnsanların buluşma ve kaynaşma için bir araya geldikleri bir çekim merkezi konumunda.



     St. Peter’s Kilisesi : Asansörle tepesine çıkmanızı önereceğim ve kulesinden çok "dil tutulası" bir manzarası olan sıradan bir kuzeyli neogotik kilise diyeyim siz anlayın bari. Ama manzara müthiş atlamayın.




    Riga Jauniela sokağı: Burası çok meşhurmuş ve bir sürü film bu sokakta çekilmiş diye okuyabilirsiniz. Sanırım normalde bilmeyen birisinin sokak işe deyip geçebileceği bir yer. Minimalist ve şirin bir havası var ama sokak işte. Bence biraz fazla abartmışlar.


Karakafalılar loncası kentin ilgi merkezi

     Rozengrals : Burası bir orta çağ restoranı. 1293 ambiansını yakalamış olan bir mekan. İçeride lamba yok mum ışıkları ve eski kıyafetler giymiş garsonlar var. Tamamen tarihi yemekler yapıyorlar. Yemeklerin biraz tatlı olduğu belirteyim ama Letonya kültürüne dokunmak için çok otantik ve çok sıra dışı bir mekan. Biz burada keyifle bir akşam yemeği yedik. Bal birası ve yediklerimizden pek memnun kaldık. İçeride müzikte yapıyorlar. Fiyatları ortalamadan biraz yüksek ama kesinlikle denemenizi öneririm.




    Riga Dome Katedrali : Old Town’un kalbinde yürümeye devam ederken, şehrin en görkemli yapılarından birisi olan Riga Katedrali’ne doğru yol alıyoruz. Kendileri Baltıklar'ın en büyük ibadethanesi. Dışarıdan zaten oldukça heybetli görünen bu yapı, özellikle içerisinde bulunan dev org ve konserleriyle meşhur. Belki içine de bir bakarsınız. Ben kiliseden sıkıldığım için dirmedim.


Rozengrals'da müzisyenler

   Riga Kalesi : Sağ tarafımızda ise bu kaleyi görüyoruz. Eskiden kentin kralları vakti zamanında üs olarak kullanırmış. Ama artık Letonya Cumhurbaşkanı’nın ofis olarak kullanılıyormuş. Bunların kale anlayışı da bir tuhaf hani kale ev karışımı bir yapı işte. Bir bin odalı saray bile yaptıramamışlar.



   The three brothers (3 Biraderler Evleri): Riga’nın tanıtım yüzü olan bu kartpostal gibi yapı, Sovyet işgali esnasında yıkılsa da, 1990’larda yeniden yapılmış. Şu an bir otel ama kalmak için beni çekmedi doğrusu.


Hansa birliği nedeniyle Bremen'den Riga'ya hediye.

    Pilsetas Kanalı : Bir sonraki durağımız, ülkemizde hasret duyduğumuz, şehrin kalbindeki yemyeşil bu park ve ortasındaki kanal olacak. Mis gibi ağaçlar, ortasında bir kanal, etrafında yalınayak yürüyebileceğiniz bir parktan bahsediyorum. Park o kadar uzun ki kenti parkın içerisinde yapmışlar hissi veriyor insana.



    Biz gittiğimiz zaman yapraklı ağaçları göremedik hatta kanal tamamen buzla kaplıydı. Buzla kaplı bu çok soğuk hali bile çok güzeldi. Ancak çok ta soğuk olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. Yine bir çok Avrupa şehrinde olduğu gibi, aşıkların aşkları sonsuz olsun diye buradaki köprüdedilek diledikleri asma kilitleri bu nehre attığını gördük. Nedense bu Avrupa kıtasındaki ülkelerde kilitlerden medet umma çok ama çok popüler.



     Alberta Jela (İela) Caddesi : Art Nouveau mimarisinin kalbi burası. Neymiş bu mimari ? Aslında beton ve çelik süslemelerin daha yoğun olduğu, kıvrımların ve bitkisel desenlerin bolca kullanıldığı bir sanat akımı olarak biliniyor. Hatta bu akımın önemli isimlerinden birisi de, Antoni Gaudi‘dir. İşte bu cadde de bu mimarinin güzel örneklerini pek çok yapıda görmek mümkün. Rus Mimar Mikhail Eisenstein tarafından dizayn edilen caddede, ihtişamlı binaların güzelliklerini izleyerek caddeyi görmenizi öneririm.




    Özgürlük anıtı: 1935'te Letonya'nın kısa süren bağımsızlığı sırasında dikilmiş. Sovyetler zamanında anıt "seyahat acentası" olarak nam salmış. Anıta çiçek bırakan Letonya'lılar Sibirya'yaki çalışma kamplarına tek yönlü bir bilet kazanıyorlarmış. Anıtta 3 yıldızı havaya kaldıran bronz kadın görülüyor, heykelinin üzerinde vatan ve özgürlük yazıyormuş. Bu 3 yıldızın, kimileri tarafından Estonya, Letonya ve Litvanya’yı temsil ettiğine inanılıyormuş. Burası aynı zamanda Letonya cumhuriyetinin merkezi kabul ediliyormuş.


Tüm eski kent arnavut kaldırımı döşeli.

   Eski kale içi mahallesi: Kale duvarlarından pek iz kalmamış ama daha sıkışık, daha eski ve daha tarihi küçük bir bölüm gözlemleyebilirsiniz.



    Kedi Evi (Cat house): Eski kent bölgesinin sonuna doğru geliyoruz. Bu binanın tepesinde bulunan 2 kedi, şehrin turistik sembollerinden. Hikayeye göre, eskiden bir tüccar, o zamanların Tüccarlar Loncasından kovulmuş. O da buna bozulmuş ve hemen Loncanın yanında bulunan evinin çatısına 2 tane kara kedi heykeli yaptırtmış ve kedilerin de sırtları o Loncaya dönükmüş. Tüccarlar da buna çok sinirlenmişler ve sonrasından yeniden barışmışlar. Nihayetinde de Tüccar sırtı dönük olan kedilerin sırtları yerine, yüzlerini Loncaya doğru çevirtmiş. İşte o günden itibaren bu kediler şehrin simgesi olmuş.

     Riga Central Market : Dört adet devasa bina içerinde konumlanmış bir pazar yeri burası. Binalar aslında Zeplin hangarıymış ve biri birilerinden ayrıymışlar. Hatta birisinin Doğu Almanya'dan getirildiğine dair bir yazı bile okudum. Burada birleştirilerek sosyal hizmete açılmış. Şehrin ve Avrupa’nın en güzel yerel pazarlarından birisi olan bu pazarda, rengarenk tezgahlar, tezgahların üzerinde balıklar, etler, meyveler, sebzeler satılıyor. Yerel halkın hayatını gözlemlemek için çok güzel bir yer burası. Çok lüks ve sosyetik bir yer değil ama eğlenceli bir yer.


Büyük nehrinde donuk olduğuna dikkat edin lütfen.

     Böylelikle Jurmala dahil beş kilometreden biraz fazla yürüdük. Aralarda kahve bol için, az üşüyüp (ki umarım az olsun), gezebilirsiniz. Riga için son bir özet paragrafı yazmak gerekirse şık ve şirin olarak özetlenebilir. Arnavut kaldırımlı sokakları ve güzel silueti ile Avrupa'nın pek sosyetik ve namı büyük yerleşimlerinden bir eksiği olmadığını belirteyim. Kış ayında ne kadar ilginç olacak bilemiyorum ancak yaz fotoğraflarında içindeki parkları kıskanılacak güzellikte görünüyor. Son söz Riga'yı sevdim, Jurmala'ya hasta oldum, bittim. Ben sevdim umarım sizde seversiniz.


Central marketten peynirler.

   Biz buradan kuzeye yolcukla Estonya'ya geçtik. Yolculuk 300km civarında ve gezme molaları ile beraber 6-7 saat kadar sürüyor. Estonya'nın Parnu ve Talinn gezilerini de Estonya bölümünde özetledim. İlginizi çekiyorsa bakabilirsiniz.


Estonya Letonya sınırı yazının devamı Estonya bölümünde...

0 yorum
bottom of page