Boğaların İzinde
Bask İspanya'nın kuzeyinde özerk bir bölgedir. Kendi deyimleri ile adı Euskal Heria. Yüzölçümü büyük sayılabilecek bir bölge. Nüfusu ise 2.125.000 oluşuyor. Özerk Bölgenin başkenti genelde sanılanın aksine Bilbao değil Vitoria-Gasteiz şehridir.
Bölgenin resmi dili Baskça ve İspanyolca. Ancak Baskça konuşulan nüfus giderek gerilemekteymiş ve toplumun % 27'sini oluşturuyormuş. Bask dilinin dil bilimcileri tarafından Hint-Avrupa dilleri Avrupa'ya yayılmadan önce Avrupa'da konuşulan dillerden arta kalan tek dil olduğu söylenmekte. Bazı araştırmacılar Basklıların orta çağda Kafkasya'da kurulmuş İber krallığının halkından gelmiş olma olasılığının çok fazla olduğunu belirtiyor.
Bilinen ilk Bask devleti 9.yüzyılda kurulan Pamplona Krallığı'dır. Bu devlet daha sonra Navara Krallığı adını almıştır. Roma egemenliği sonrası Arap etkisine girmemiş, Franklarla hep savaş halinde olmuş. Asla İspanyol devleti idaresine girmemiş. Sadece bazı dönemlerde Zaragoza merkezli Aragon devleti ile kesişme ve geçici birleşmeleri olmuş. Tüm bu tarihsel ayrılık öykülerine dayanarak 1959 yılında kurulan Bağımsızlıkçı Örgüt ETA, bu bölgede yıllardır bağımsızlık için bir kampanya sürdürmekte ancak pek de başarılı olduğu söylenemez.
Bask Milliyetçileri Güney Fransa'daki üç ilin ve Navarra topraklarının tarihi Bask Ülkesinin olduğunu söyler ve başkentlerini bir gün Pamplona'ya taşıyacakları hayalini halen taşımaktalar. Aslında başkentin Bilboa'ya gelmemesinin asıl sebebinin bu olduğu söylenmekte. Eğer başkent Bilboa gibi büyük ve gösterişli bir yere gelirse bundan sonra Pamplona'ya gitme ihtimalinin ortadan kalkacağına ve bu nedenle geçici başkent durumunu korumak gerektiğine inanıyorlar.
Bask Ülkesi kişi başına 30.680 Amerikan Dolarlık gelirle Katalonya ile birlikte İspanya'nın en zengin bölgelerinden biridir. Bu oran 22.000 dolarlık İspanya ortalamasının ve 16.000 dolarlık Avrupa Birliği ortalamasının da üzerindedir.
Yani son olarak belirteyim ki; Bask hareketinin bazı ayrılıkçı hareketlerden temel farkı Bask'ın ispanya'nın ekonomik açıdan geri kalmış bir bölgesi olmaması ve tarih boyunca İspanya devletinden ayrı bir yönetim ile idare edilmesidir. Katalonya gibi sanayi açıdan ülkenin en gelişmiş bölgelerinden olup göçmen işçi veren değil, işçi alan konumunda olması da diğer önemli fark olarak göze çarpıyor.
Ben de size iki günde gezdiğimiz bu ilginç bölgeyi bir yazı altında anlatacağım birinci gün konaklamamız Barcelo Hotel Bilbao'da oldu. İkinci konaklamamızdan ileride bahsettim. İki gün bu bölge için ancak yetti. Biz bu bölgeyi çok sevdik umarım siz de seversiniz. Hadi yola çıkalım.
BİLBAO
Bizkaia Bask'ın üç bölgesinden birisi Nüfusu 1.200.000 Bilbao ve çevresindeki yerleşimleri içeriyor. Bizde merkez ilçe sayılıyorken burada ayrı yerleşim olarak kabul ediliyor. Türkiye'den bir örnek verecek olursam; Pendik, Kartal gibi yerler kendine göre bağımsızlar, buralar çıkınca Bilbao merkez nüfusu ise 400.000 kadar.
Bilbao merkeze girişte, mümkün olduğunca eski kent merkezini ve Nervion nehri boyunca kenti görmenizi sağlayacak bir rota ile şehre girmenizi öneririm. Çünkü her yerde durma şansınız olmayacak bazı kesimleri geçerken görmekte yeterli olabilir.
Bilbao için size beş kilometrelik bir güzergah belirledim. Çok ciddi bir yorgunluk veya gecikme olmadığı sürece bunu tamamlamanızı isterim. Peki bizi neler bekliyor bundan biraz söz edelim. Bizim göreceklerinizin içerisinde eski kent merkezi dışındakilerin hemen hepsi son 25 yıl içerisinde yapılmış diyebilirim. Burası biraz tuhaf diye düşünebilirsiniz. Ancak söyle özetlemek istiyorum; Bilbao tarihler 1970'leri gösterirken gri binaları, kahverengi nehri, insanların burnuna çalınan pas kokusu ile iç karartıcı, hatta ürkütücü bir şehirmiş. Nehir kenarında terk edilmiş rıhtımları ile daha çok bir hayalet kasabayı andırıyormuş. Fakat kenti yönetenler ve Bask idarecileri bu durumun değişmesi için çok kapsamlı bir proje yapmışlar. Bu proje ile dünyanın pek çok meşhur sanatçı, mimar ve mühendisinden kent için değişik kategorilerde eserler sipariş etmişler. Basit bir heykelden, köprü üzerine konan ikonlara, dev müzelerden, köprülere ve sıra dışı inşaat uygulamalarına kadar elliden fazla eser oluşturmuşlar. Bugün Bilbao yılda iki milyon turist çeken bir kent olduysa inanın biri hariç hiç bir tarihi yapı bu insanlar için sebep listesinde bulunmuyor. Kişisel görüşümü biraz abartılı da olsa bir cümle ile özetleyecek olursak "kurbağa prensin öpücüğü ile çirkin ördek yavrusundan bir kuğu çıkarmış gibiler" gibi bir özet yapayım. Biz de bu proje kapsamında yapılmış, eklenmiş veya değiştirilmiş şeylerden bir derleme göreceğiz.
İlk olarak Nervion nehri kıyısında kısa bir yürüyüşten sonra mimar Santiago Calatrava’nın ödüllü köprüsü Zubizuri köprüsü karşınıza çıkacak. Bu bir yaya köprüsü; Basel'deki "Üç Ülke Köprüsü" gibi yayalar için yapılmış. Etkileyici ve sıra dışı mimari üslubu nedeniyle ödüller almış.
Köprünün hemen karşısında Japon mimar İsozaki'ye siparişle yaptırılan ve halen Unesco tarafından kullanılan İsozaki Kulelerini göreceksiniz. Bu gökdelenler için söylemek istediğim birkaç şey var. Eminim yüzlerce gökdelen görmüşsünüzdür. Ancak bu yapılardaki gibi cam, çelik ve betonun sıra dışı kullanımına hiç şahit olmamışsınızdır. Tamamen farklı bir tasarımla çok farklı bir yorum getirmiş bu Japon abi, kendisini tebrik ediyorum.
Biraz ileride benim size bir şey söylememe gerek kalmadan üzerinde kırmızı ilginç bir obje bulunan Salbeko köprüsü hemen dikkatinizi çekecek ki bu obje de köprüye çok hoş bir hava katmış ama iş köprünün yanına varınca çok değişecek.
Guggenheim Müzesi
Şehrin ekonomisinin gittikçe gerilediğinin farkına varan ve haritadan silinmesinden korkan Bilbao yöneticileri, 1980’lerde, Nervion nehrinin kıyısındaki boş bir binanın iddialı bir sanat müzesine dönüştürülmesine karar vermişler. Büyük ve etkili bir değişimin sinyalini verebilmesi için müzenin hem göze çarpan bir mimariye sahip olması hem de dünya çapında bir koleksiyon taşıması gerektiğini öngörmüşler. İşte bu yüzden, metal binaları şekillendirmesi ile ünlü, heykeltıraş güdülerine sahip ödüllü mimar Frank Gehry’i tercih etmişler. Frank Gehry, binanın devasa kütlesini yumuşatmak için esnek bir malzeme olan titanyumu seçmiş. Gehry, demir, beton ve cam ağırlıklı binayı eğrisel biçimlerin hakim olduğu parlak titanyum paneller ile kaplamış. Titanyumun yansıtıcı özelliği sayesinde bina, içinde bulunduğu şehir ve hava koşulları ile etkileşime giren, adeta yaşayan görsel bir şova dönüşmüş. Şehir yetkilileri müze ismi ve koleksiyonu için Guggenheim ailesi ile anlaşarak, dünyaca ünlü sanatçıların 20. yüzyıl sanat eserlerinin sergilenmesini sağlamış.
Ve Bilbao 1997’de Guggenheim müzesi mucizesi ile uykusundan uyanmış.
Aslında kişisel görüşüme göre "kendisi dev bir heykel olan bu bina" kısa zamanda dünyaca ünlü mimarlar tarafından bir başyapıt olarak kabul görmüş. ve Guggenheim sayesinde Bilbao’ya, dünyanın her yerinden akın akın ziyaretçi gelmeye başlamış. Modern zamanların bu efsanevi kentsel dönüşüm hikayesi, mimarlık ve ekonomi literatürüne, “Bilbao Effect – Bilbao etkisi” terimini hediye etmiş. Terim bir kentin sosyo ekonomik kaderinin bir bina ile değişmesini ifade etmekte.
Bu sürreal yapının sadece çevresini gezerken bile başınızın dönebilir. İçinde kalıcı ve dönemsel modern sanat sergileri bulunmaktaymış. Modern sanattan zerre kadar anlamayan benim için içerisinde ki eserlerin değerinin pekte bir önemi yok. Bu nedenle biz müzenin içerisini gezmedik.
Ancak dünyada eşi ve benzeri olmayan biçimi ve hava tarzına göre değişen renkleri ile dünyanın belki de en büyük heykeli sayılabilecek bu yapıyı görmek bile yetti. Bahçesi de yine binanın gerçek dışılığına uygun heykellerle dolu. Çiçeklerden oluşan meşhur “Puppy” isimli köpek figürü de şehrin önemli simgelerinden biri haline gelmiş.
Müzenin çevresi şimdi tek tek mimarların isimlerini saymanın manasız olduğu dev bir örümcek, fok balığı figürleri ve dev parlak toplar gibi pek çok figür ile süslenmiş.
Guggenheim aklınızda kalacak. Akıl dışı bir tasarım ve süslemeleri olan bir yer. Kentten araba ile çıkarken size nehrin karşısından son bir kez daha bakmanızı öneririm.
Alhóndiga
Bilbao effect'te rol oynamış bir tarihi yapının adı Alhóndiga. Kendisi eski bir likör fabrikasıymış. Ancak Bilbao'nun yeniden planlanması projesinde 1980 yılında dış cephesi orjinal mimarisinde bırakılarak, modern bir iç mimari ile kültür merkezi olarak hayata döndürülmüş. Binanın içine girince tekrar bir bina ile karşılaşacaksınız. 43 adet farklı stil, akım, renk ve desenden oluşan sütunu taşıyıcı olarak kullanan tuğla duvarlı iç bina, sergi alanları, kütüphane, spor merkezi, sinema, mağaza, restoran ve bara ev sahipliği yapıyor. Umarım içine girebiliriz. Çok acayip mimari ve mühendisliğin sınırlarını zorlayıcı bir yer burası.
Gran Via ise Zürih'teki Bahnoffstrase'yi andıran, kentin ana caddesi. Siz ortasından sonuna kadar çokta yorucu olmayan bir yürüyüş yapabilirsiniz.
Bu yürüyüş bizi Casco Viejo'ya yani eski şehre getirmiş olacak. Daracık sokakların olduğu ve şehrin en büyük katedralin olduğu bu bölge, genelinde oldukça modern ve geniş yollara sahip Bilbao’ya farklı bir hava katmakta.
Katedral kadar bu bölümde dikkate değer bir yer ise Plaza Nueva. Burası aslında tüm İspanyol kentlerinde bulunan Plaza Major, hani şu bizim dikdörtgen şeklinde ki meydan. Burası Asil ve Asi Bask bölgesi! Olduğundan klasik İspanyol isimlendirmesine karşı çıkmışlar ve adını değiştirmişler. Ancak kentin sembolik merkezini değiştirmemişler.
Turistik eşya dükkânları, butikler, dövmeciler ve tabii ki bir sürü bar mevcut. Bardan bara atlayarak pintxo’ları tadıp farklı içkiler denemek için güzel bir yer. Barlar genellikle sokağa taşıyor ve insanlar farklı barlardan bir şeyler alıp sokakta takılıyorlar. Benim sizin için akşam yemeği planımda bu. Pintxo ve kalimotxo'lu keyifli bir akşam diliyorum.
Kısa bir özet yapacak olursak “Pintxo (okunuşu pinços)” basit olarak ekmek üzerine konulmuş bir bar atıştırması gibi bir şey. İçeriğinde neredeyse her türlü basit muhteviyattan başlayarak, çok daha kompleks tatlara her şey olabileceğini gördüm. Üzerine peynirden başlayarak, kızartılmış elma eklenmiş olan, yer fıstığı soslu ördek, bıldırcın, yumurta, mantar üçlemesi, şarap soslu mantar, tortilla ve jambon, domuzlu kan sosisi gibi enteresan seçeneklerle dolu kadar çılgın bir liste var. Bir şekilde burada ve San Sebastian'da mutlaka denemelisiniz diye düşünüyorum.
İçecek olarak ta şarap ve kolanın eşit miktarda karıştırılmasından meydana gelen “Kalimotxo (okunuşu kalimoço)” da tipik Bask tadı olarak kabul edilirmiş ki bu içeceğin mutlaka tadına bakmanızı öneririm. Burada pintxo ve kalimotxo kültürel birer deneyim.
Bir not: Yer adlarında parantez içindeki yer isimleri Baskça, dışındakiler İspanyolca isimleri.
GERNiKA (GUERNiCA)
Sanırım bu ismi çoğunuz duymadınız, tarihte bir dizi olay olmasaydı hiç te duymayabilirdiniz. Burası 15.000 kişilik küçük bir Bask kasabası. Önemi ise bir meşe ağacından geliyor. Gernika (yada Guernika) 1937'de İspanyol İç Savaşı sırasında General Franko'nun yönlendirmesiyle Alman ve İtalyan savaş uçakları tarafından bombalanmış. Bombalamayı trajik kılan en önemli sebep aslında Guernica'nın stratejik bir nokta olmaması ve erkekler savaşta olduğu için tamamı kadın ve çocuklardan oluşan beş bin kişilik nüfusa sahip küçük bir köy olması. Bombalama ile resmi rakamlara göre 1.654 ölü varmış, yaralı sayısı ise 889 kişiymiş. Dolayısıyla bombalama aslında bir savaş stratejisinden çok gövde gösterisi amacıyla yapılmış. Neden Gernika?
Size Bilbao'yu anlatırken Bizkaia vilayeti adından bahsetmiştim. Bizkaia'nın (değişik yerlerde Viskaya veya Biskay olarak da görebilirsiniz) yani bölgenin yönetim merkezi Bask ülkesinin kalbi burası. Bu kasabada Bask ülkesin lordları taç giyerlermiş ve Bask senatosu burada toplanırmış. Taç giyme töreni tarih boyunca bir meşe ağacının altında yapılmış. Meşe ağacını, Bask ülkesini temsil eden her şeyde görebilirsiniz. Vizcaya Arması olarak bilinen bu ağaca ''Gernika Ağacı'' veya ''Gernika Meşesi'' de diyorlar. Bask bayrağında, Atletic Bilbao kulübünün armasında bu meşe ağacı var. Bu ağaç Bask ülkesinin bağımsızlık sembolü, Bask halkının en önemli ulusal sembolü olmuş. Vizcaya Lordları, yüzyıllarca bu ağacın altında toplanıp yemin etmişler, ülkeleri için kararlar almışlar.
''Baba'' denilen ilk meşe ağacı bugün artık yok. 14. yüzyılda dikilmiş ve 450 yıl canlı kalmış. ''Eski Ağaç'' ya da ikinci ağaç 1711 yılında dikilmiş ve Gernika'nın bombalanmasından bile kurtulmuş. 2004 kışını atlatamayınca ülkede yas ilan edilmiş. Kurumuş gövdesi meclisin bahçesinde, dor sütunlar ile çevrilmiş şekilde, bir tapınak edasıyla duruyor. Yaklaşık 300 yaşındaymış. Bugünkü ''torun ağaç'' 25 Şubat 2005 tarihinde dikilmiş ve dikildiğinde 19 yaşındaymış yani henüz 33 yaşında bir ulusal sembol.
Toplantı binası bombalamada yıkılmış Basklılarda dua şapelini toplantı binasına çevirmişler. Bahçesinde ulusal ağaçların bulunduğu bu bina üç bölümden oluşuyor.
Birinci bölüm toplantı salonu ki burada tarih boyunca taç takmış lordların resimleri var. Bütün Bask ile ilgili önemli kararlar hep burada alınmış.
İkinci bölüm camlı salon ki burası bence çok etkileyici. Ağacın altında bir taç giyme törenini tavan da bir cam vitrayın üzerine yapmışlar görüntü muhteşem.
Üçüncü bölüm ise Guernica tablosunun bir kopyasının olduğu bölüm. Bu tablo da ne derseniz kısaca özetleyeyim. İspanyol hükümeti 1937 yılında Paris'te gerçekleşecek Dünya Fuarı'nda sergilenmesi için Picasso'ya bir tablo sipariş eder. Sanatçı da kendisine bir konu aramaktayken bombalamayı duyar ve insanlığın ve uygarlığın en temel değerlerinin yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını düşünerek bu tabloyu yapar. Picasso resmi yağlı boyayla yapmasına rağmen siyah, beyaz ve gri renklerini seçerek tabloda gazete fotoğraflarına benzer bir hava yakalar ve savaşın sebep olduğu cansızlığı vermeye çalışır benim kişisel kanaatime göre pekte başarılı olur. Guernica tablosu günümüzde en büyük savaş karşıtı resim olarak kabul edilirmiş. Sadece İspanya İç Savaşı’nın vahşetinin değil, modern savaşın neden olduğu acılarının da bir simgesi olmuş.
Ancak üzülerek belirteyim ki tablonun olduğu bölüme tablonun aslı buraya gelene kadar ziyaretçi almıyorlar. Kent içerisinde biraz ileride büyük bir duvara kopyasını koymuşlar ona bakmanızı öneririm. Ancak bu bakış sırasında tablodaki olayları anlatan yorum yazısını internetten indirip okuazsanız. Çok bir anlam yakalamanız zor olabilir.
Picasso ülkeye özgürlük gelinceye kadar tablonun İspanya'ya girmemesini vasiyet etmiş. Dünyanın en politik resmi seçilen resim ülke ülke gezerek Basklıların acılarını dünyaya tanıtmış. Rivayete göre 1939 yılında bir sergi sırasında genç bir Nazi subayı Picasso'nun yanına gelir ve kendisini tebrik ederek bunu nasıl yaptığını sorar. Ressamın cevabı ise çok trajik ve unutulmaz olacaktır: "bunu siz yaptınız."
Picasso, 1973’de öldüğünde, eseri hala İspanya’ya bir kez bile girememiş. Picasso’dan iki yıl sonra da diktatör Franco ölmüş. Picasso, eserini memleketine armağan etmişti. Franco’nun ölümünden sonra tablonun İspanya’ya girmesi için bir engel kalmamış. Ve Guernica’nın acılarını simgeleyen El Guernica, Picasso’nun doğumunun 100. yılı kutlanırken, 25 Ekim 1981’de Madrid’ e ayak basmış.
Burada da başka bir ironi başlamış:
Madrid’de Renie Sofia Resim Müzesi’nde sergilenen tablo, asıl armağan edildiği halkın topraklarına, BASK topraklarına, Guernica’ya, Bilbao’ya bir kez bile gitmemiş. Franco’nun İspanya’ya gelmesini yasakladığı tablonun şimdi de Bask topraklarına girme yasağı var. Bask halkı ise acılarının sembolü olan bu tabloyu istiyorlar…
Hitler, Franco öldü, savaşlar bitti ama Guernica’nın siyasetle olan savaşı hala devam ediyor…
SAN SEBASTiAN (DONOSTiA)
Duygusal ama etkileyici Gernika ziyaretinizden sonra bence gezimizin en yaşanılası kenti size çok iyi gelecek.
San Sebastian yaklaşık 200.000 kişilik bir Bask kenti ancak siz kente girişte hemen yoğun bir Fransız etkisi hissedeceksiniz. II. dünya savaşında Alman istilasından kaçabilen Fransız zenginleri yerleşmiş buraya ve kentin havası çok farklılaşmış. Kent hilal şeklinde iki plaja sahip. Bunlardan birisi açık denize bakıyor ve sörfçülerin favorisi, diğeri ise karşısındaki ada sayesinde büyük bir havuz kıvamındaki Concha plajı. Anlamı Baskça midye demekmiş ki şeklide aynı midyeye benziyor ya da ay yıldız şeklinde diyebiliriz. Gelgit sayesinde plaj günde 2 kez çok küçülür veya büyürmüş. Ayağınızın yere değmeyeceği kadar derin bir yerde bir kaç saat sonra yürüyebilirmişsiniz. Ancak gelgit deniz tabanını o kadar düzlermiş ki girenler dümdüz ve yavaşça derinleşen hali sizi şaşırtacak diye belirtmişler.
Kentin güzel ve albenisi yüksek bir havası var. Arka sokaklar da Gijon'da olduğu kadar dar ve bakımsız değil. Tam aksine olabildiğince alımlı ve asil.
Size ilk olarak Monte İgueldo denilen bir tepesine çıkarak başlamanızı önereceğim. Buradan kentin asalet ve güzelliğini hemen fark edeceksiniz. Aynı Santander için düşündüğüm gibi eğer iklimi bu kadar yağışlı olmasa tam benim yaşamak isteyebileceğim bir kent. Tepede 1900'lü yılların başından kalma oyuncakların olduğu minik bir park var sevimli görünüyorlar. Sanırım belirtmedim ama tepeye yolculuğunuz funicular ile olacak ki bu da gününüze renk katacak.
Eski kent merkezine girmeden önce muhteşem plaj Concha yüzmeyi veya en azından çıplak ayak bir sahil yürüyüşünü hak ediyor.
Eski kent merkezi bir kale içerisinde kuruluymuş. Dar sokaklar pintxo barlarla dolu. Yüz yıllık şaraplar ve eski peynirciler hemen göze çarpıyor. Göze çarpan bir diğer şey ise ayrılıkçı Bask pankartları. Her köşede "burası İspanya veya Fransa değil, Bask ülkesi" yazılı kağıt veya afişler hemen göze çarpıyor.
Katedral biraz eski ama gotik, barok, klasik karışık bir üslupta güzel bir yapı. Tabii ki olmazsa olmazımız ana meydanımız biraz sıkıcı fakat tutarlı bir biçimde klasik dikdörtgen şekliyle bizi bekliyor. Buradaki adı da anayasa meydanı yani Plaza Constutictoin. Şimdiye kadar bunun o kadar çok örneğini görmüş olacaksınız ki ben size ismini söylemeden hemen anlayacaksınız. Burası daha minik bir yer tabi, balkonlarda yer alan numaralar eskiden yapılan boğa güreşlerinin izlenmesi içinmiş. Ama artık güreş yapılmıyormuş. Biraz yemek molasını da sayarsak ki burası Bask'ın gastronomi merkezi sayılırmış.
Real Sociedat ve adı Nihat Kahveci ile ülkemizde çok tanınmış olan bu çok güzel kente veda edip devam etmek zor olacak.
PAMPLONA (iRUNA)
Artık Bask bölgesinin tarihi başkentine geldiniz ve deniz kıyısından uzaklaştınız. Bask bölgesinden çıkarak Navarra bölgesine geldik ancak nüfusun 1/3'ünü Basklıların oluşturduğu ve Bask'ın tarihi başkenti olarak gördüğü bir bölge olduğu için Bask kültüründen tam da uzaklaşmadık.
Osasuna takımının kenti Pamplona 200.000 nüfuslu bir kent. Aynı Leon gibi okyanus ikliminin yeşil kuşağı ile iç bölgelerin bozkır ikliminin tam kesiştiği yere kurulmuş. Yani artık manzara kuraklaşacak ve hava ısınacak.
Pamplona aslında önemsiz bir İspanyol kenti yılda bir hafta yapılan San Fermin festivali sayesinde tüm dünyaca bilinir hale gelmiş. Hani insanların kızgın devasa boğaların önünde koşuştuğu çılgın festivali görmeyeniniz yoktur.
Bu festval her yıl 6-15 Temmuz tarihleri arasında yapılıyor. Biz de 12 Temmuz tarihinde 17:30'da başlayan ve gece yarısına kadar süren bölümüne katıldık. Gece koşusu 21:45'te sizinle beraber gezen tüm ekibin katılması zorunlu. Sonra sağlık durumu iyi olanlarla otele dönüş gibi basit bir programımız var.
Burası da bir nehir kıyısında ve kale içinde yapılmış. Kalenin bir kısmı hala yerinde duruyor. Yine kentin ortasını dikdörtgen bir meydan oluşturuyor. Buradaki adı Plaza del Castillo ama içerik oldukça benzer. Arena, bazı sokaklar ve meydanlar sanırım çok hareketli olacak.
Güzel bir planlaması olan şirin bir kent ancak çok öne çıkan yapıları yok. Sizi daha çok festival, boğalar ve müzik ilgilendiriyor olacak.
Festivalden de söz etmemek çok büyük bir haksızlık olur. Belki boğaların önünde koşuşturan çılgın insanları televizyonda görmek sizde değişik hisler uyandırmış olabilir. Ancak hemen baştan belirtmek gerekir ki çok ama çok eğlenceli bir festival. Her köşesinden farklı bir müziğin yükseldiği dans ve eğlencenin dozunun çok yüksek olduğu süper bir festival girmezseniz üzülürsünüz.
Hani eski radyolarda düğmeyi çevirdikçe başka bir kanal çıkar ya kentin içinde yürüdükçe her köşeden farklı bir müzik ve eğlence yükseliyor. Herkes kırmızı beyaz giyiniyor, bazı kıyafetlerin oldukça çılgın olduğunu belirtmek gerekir.
Her gün iki üç kez boğa koşusu yapılıyor ancak boğalar tamamen çitlerle çevrilmiş bir parkurda koşuyor. Tamamen kontrollü bir durum var. Eyvah boğalar benim üzerime koşturursa diye endişe etmenize gerek yok.
Çok eğlenceli, çok çılgın, çok farklı bir yer burası hani iraz iddialı konuşayım eğer festival zamanı gelmeyecekseniz Pamplona’ya gelmeseniz de olur. Bu festivali kaçırmayın üzülürsünüz. Kırmızı beyaz kıyafetler giymeyi unutmayın. Eğlence sizi bekler. Haydi boğaların peşine...
Bu yazı içerisinde yazdıklarımı biz iki günde gezdik. Bask bölgesinin tümünü bir yazı da özetlemek istediğim için böyle yazdım.
Konaklama ile ilgili son bir not : Bizim otelimiz minik bir İspanyol kasabasında dört yıldızlı Sercotel Hola Taffala adlı bir tesisti. Taffalla Amerikan filmlerinde kötü kalpli şerifin hâkimiyeti altında idare edilen küçük ve içine kapanık kasabalara benziyor. Ama otel inanın çok güzel. Bu kasaba ölçülerinde bu kadar temiz ve bakımlı bir oteli neden buraya yapmışlar bende merak ediyorum doğrusu. Booking beğeni puanı 9 ile fevkalade not almış. Belirttiğim gibi ufak bir İspanyol kasabasında bu kadar yüksek notlu ve bu fiyata bir otel hakikaten şaşırtıcı. Otelde bahçe ve havuz yok. Ancak güzel temiz odaları var ki sanırım bu da sizin buradaki temel beklentinizi karşılıyordur. Festival zamanı otel fiyatları çok anormal yüksek olması nedeniyle 30km daha yol yapıp buraya gelmenizi öneririm.
Alımlı Bask bölgesi güzel şehir Bilbao, San Sebastian ve çılgın Pamplona’sı ile ve Pintxoları ile sizi bekliyor. Sınırsız eğlence boğaların peşinde haydi Bask bölgesine.
Comments