top of page
Yazarın fotoğrafıMurat Hüseyin inceoglu

HiROSHiMA 広島 ve MİYAJİMA宮島

     "ATEŞ VE SU"

     Günümüzün ilk gezisinin Hiroşima'mı yoksa Miyajima'mı olacağına siz karar verin keyfinize göre değiştirebilirsiniz. Ben Myajima'yı seçmiştim ama her ikisi de olabilir. İkisininde belli avantajları var. Japan Rail Pass kartınız Miyajima'nın JR gemilerinde geçiyor. Ama son gemi saatini kontrol edip ana planınızı buna göre yapın.



    HiROSHiMA

    Gezi programına buraları koymadan önce kafam sorularla doluydu. Bir günlük gezi için 350km yol gidip yol gelmek gerekecek. Buna değecek mi, çok mu yorucu olacak ve bir sürü sorular. Bu yazıyı trende okuyorsanız bunları şu an 300 km mi yoksa 350 km mi hızla gidiyorsunuz bilemiyorum? Bu adamlar bu trenleri inşa ederken, biz ne yapıyorduk inanın onu da bilemiyorum? Böylesine modern, böylesine gelişmiş bir ülkede gezerken, insan sürekli bazı soruların cevaplarını arayarak geziyor. Ama bu soruların bir yanıtlarını bugün öğrenebileceğinizi düşünüyorum.



    Yine düşünceler ve hayaller Osaka’dan ayrılıp, bir sonraki durağımız Hiroşima’ya gidiyoruz. Burası için içimde tam olarak sebebini bilmediğim mutluluk var. Ancak gezi sonu "tam da doğru karar" diyorum. Atom bombasının kavurucu sıcağıyla yoğrulmuş bu topraklara ayak basmak zihinsel vizyonumda yeni bir sayfa açtı. Ne demişler “Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler sadece bir sayfasını okurlar.” Siz de kendi kitabınıza yeni bir sayfa açıyorsunuz bugün.

     Biraz farklı bir giriş oldu biliyorum ama yazının gidişini bilgiler kadar duygular yönlendiriyor. İnanın daha evimde oturup gezi planlarken, Japonya sadece bir hayalden ibaretken Nara, Miyajima ve Kyoto için heyecan duyuyordum. Bu duyguda yazdıklarımı farklılaştırıyor.



     Atom bombasının yerle bir ettiği bir şehir, 70 yıllık bir sürede ayağa kalkmış. Bugünlerde 1,2 milyondan fazla insanın yaşadığı bir şehir olmuş Anka kuşu gibi küllerinden doğmuş adeta. Alışveriş mağazaları, üniversiteler, devasa pasajlar, tertemiz nehirler… Sahi burası o atom bombasının atılıp, artık 1 tek ağaç bile yetişmez dedikleri ama yemyeşil olan şehir Hiroşima mı?



     HiROSHiMA DOME

     CHiLDREN PEACE MONUMENT

     HiROSHiMA PEACE MEMORiAL MUSEUM

    Bu üç noktayı tak başlık halinde yazacağım çünkü çok yakınlar ve biri birileri ile çok yakından bağlantılılar. Yazılıp anlatılacak şeyler tamamen ortak.

     Tramvaydan inince barış parkına doğru yolculuğumuz başlıyor. Parkın içerisinde gezerek, nehir boyunca yürürken bu çok huzur verici yerin biz zamanlar kavrulmuş topraklar olduğuna inanmak güç. Üzülüyor insan ama elden gelen bir şey yok. Tek öğrendiğiniz şey, ibretlik bir ülke tarihini, geçirdiği bunca zorluğa ve belaya rağmen, göstermiş olduğu azim ve üretkenlik. Yanlı bu insanlara atom bombasının atılma sürecine götüren olaylarda kendi yanlışlarının farkında olma erdemi konusunda şaşırmamak mümkün değil.



     Bu bölge hem park ile hem de nehir ile çok güzel manzaralar sunuyor. Mümkünse hem gündüz hem akşam görmeye çalışın. Atom bombasından sonra bırakın yağmuru, resmen bir tayfun oluşmuş. Bu yüzden şehir baştan aşağı yıkanmış ve bütün şehir temizlenmiş. Sularda okyanusa akmış. Daha çok kısa bir süre sonra, tohumlar gün yüzüne çıkmış bile. Özellikler "Phonenix tree" denilen bir ağaç Anka kuşu gibi onlarca yıl bir şey çıkmaz denilen topraklarda yükselmiş ertesi yıl.

      Derken, atom bombasının patlamasının ardında geride kalan 10 kadar binadan birisi olan ve bir zamanların gösterişli tiyatro binası parktaki ilk göze çarpan yapı oluyor. Bugün Hiroşima Dome olarak bilinen bina yıkımdan çok ağır hasarla da olsa tamamen yıkılmadan kurtulabilmiş çok az binadan birisi. Uzun süre yıkık harabe olarak kalmış sonra çökmemesi için bir restorasyon görmüş ve 1992 yılında Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Bugün bombanın ve yıkımın sembolü durumunda, eskiye dair tek simge olarak orada duruyor. Adeta tüm insanlığa olanları unutmayın der gibi.


     Çocuklar için barış anıtı ise yemyeşil parkın içerisinde yer alan bu anıtın anlamı ve hikayesi çok derin. Hikaye şöyle; 2 yaşındaki Sadako Sasaki, patlamadan sonra şehrin dışında yaşayan bir çocuk. Patlamanın etkisi ile 10 yıl sonra, radyasyondan dolayı lösemi olmuş. Arkadaşı onu hastanede ziyarete gelirken, yanında origami yapması için kare kağıtlardan getirmiş. Bu origamilerin Japonlarda değişik anlamları var. Sadako, turna yapmaya başlamış. Turna kuşu, sağlığı ve uzun yaşamı simgeliyormuş. İnanışa göre eğer 1,000 tane yaparsa, tek bir dileği gerçek olurmuş. Ancak Sadako, 644 tanesini yapabilmiş sonrasına sağlığı el vermemiş. Arkadaşları geri kalanlarını tamamlamış ancak origamiler Sadako’nun ölmesine mani olamamış. Sadako mezarına origamileri ile gömülmüş. Sadako'nun hikayesi duyuldukça dünyanın dört bir yanından çocuklar turna origamileri göndermeye başlamış. Günümüzde çocukların origamileri, bu anıtın etrafında sergileniyor. Bu yazdıklarım ve görecekleriniz biraz yürek burkucu ama şu kesin ki nükleer felaketlerin dünyada vücut bulmuş hali gibi.




     Az ileri de eğik bir heykel anıt ve üzerine yanan küçük bir ateş göreceksiniz ki burası bombanın sıfır noktasını oluşturuyor. Aslında buranın 600 metre yukarısı ama yeryüzündeki iz düşümü burası. Bombanın tesirinin artırılması için yüksekte patlatılmış.

Hiroşima Barış Müzesi ise parkın odak noktası.Giriş ücreti olarak 50 yen gibi temsili bir ücret ödeyerek başlıyorsunuz müzeyi dolaşmaya ki bu paraya bu ülkede alınabilecek hiç bir şey yok. Yani giriş ücreti sadece sembolik. Müzenin amacı Japonların çektiği acılar veya Amerikalıların kötülükleri değil. Ölenleri anmak ve acıları yaşatmakta hedeflenmemiş kurguda. Müzenin bir tek hedefi var nükleer sava bir felakettir ve dünyada asla bir daha yaşanmamalıdır. Videolarda izlediğimiz kuvvetli patlamalar veya nükleer füze görüntülerinin gerçekte nasıl bir şey olduğunun anlaşılması için çaba harcanılmış. İçeride, atom bombasının atıldığı andan itibaren, 100,000’den fazla insanın anında öldüğü ve zamanla bu rakamın 200,000’den fazla olduğuna şahitlik edeceksiniz. Şehrin dümdüz olduğunu kanıtlayan fotoğrafa bakınca ölü sayısının gerçek olduğunu kolayca tahmin edeceksiniz. Şehrin bomba öncesi halinin fotoğrafları da sergileniyor müzede.



     Bu bomba o kadar güçlü bir yıkıma sebep olmuş ki, şehir tabiri caizse dümdüz olmuş. Şehrin 600 metre üzerinde patlayan bomba, şehrin daha fazla hasar görmesine neden olmuş. İlk başta meydana gelen neredeyse 4,000 santigrat derecelik ısı insanları resmen yakmış. Bütün canlılar resmen alev almış ve her şey erimiş.

    En sert cisimler bile kuma dönmüş. İnsanlar cayır cayır yanmış, parçalanmış. Patlama anında meydana gelen şok dalgası, sonrasında bütün cisimleri patlamanın merkezine doğru çekmiş.



     Bunu denize attığınız bir taşa benzetebilirsiniz aslında. Önce meydana gelen bir çukur sonrasında, bütün suyun yeniden geriye toparlanarak gelmesi gibi, etki alanındaki her şey, tamamen geri sürüklenmiş. Sonrasında da meydana gelen siyah bulut oluşmuş ve bu buluttan yağan yağmur suyunu insanlar ne yazık ki içmişler. Ama radyoaktif maddeler içeren bu yağmur yüzünden, insanlar yavaşça ama acılı bir şekilde hayata gözlerini yummuşlar.

     Bu arada, Hiroşima’dan sonra Nagazaki’ye de atom bombası atmış ABD. Ama pilot havanında bulutlu olması ve Japon radarlarının fark etmesi sebebiyle heyecan yapmış ve kısmen şehrin dışına atmış bombayı. Ama yine de 200,000 kişinin yaşadığı şehirde, 70,000 kişi hayatını kaybetmiş. Geride kalan binlerce insan ya sakat kalmış ya da hayata gözlerine yummuş. Patalamalardan sağ kalanlara “patlamadan etkilenen” anlamına gelen “hibakuşa” deniyormuş. Hala binlerce hibakuşa olduğu söyleniyor. Bu hibakuşaların en meşhuru Tsutomu Yamaguchi bu amcanın Hiroşima'daki bombalamadan sağ kurtulup hava değişimi için Nagazaki'ye yollanmış ve iki kez nükleer saldırıya maruz kalmış dünyadaki tek kişi.



     İşte bu müzede, patlamanın etkisini gözler önüne seren fotoğraflar, geride kalan kıyafetler, patlama saatinde durmuş saatler, notlar kısacası aklınıza gelebilecek bir çok eşya, ibret olsun diye gözler önüne seriliyor. Erimiş kayalar, metal ve cam eşyalar cehennemi ısıyı hatırlatır tarzda. Burada yazmayım ama bazı resimler kan dondurucu sertlikte. Radyoaktif ışıma ile cisimlerin duvarlara kazınmış gölgeleri ve insanların betona çıkmış iskelet siluetleri inanılmaz.



    Daha içeriye adımınızı atar atmaz o ruhu size yaşatmak amaçlanmış. Gözlerinizin dolması, duygulanmanız ve bir kez daha savaş denen pislikten nefret etmeniz amaçlanmış. Savaş bir macera filmi değildir. Hele ki nükleer savaş işte böyle bir şeydir denilmiş her odasında ve objesinde.

    Barış müzesinin kalp yakıcılığını ancak Miyajima adasının kutsal, doğal ve naif havası silebilir ancak. Miyajima size Hiroşima sonrası çok rahatlatıcı gelecek. İçinizin yazanları okuduktan sonra burayı görmesek dediğini hissedebiliyorum ama gerçeklerden kaçmadan yüzleşmek Hiroşima'yı anlamak sanırım daha doğru olacak.



    Hondori caddesi burası Hiroşima'nın Osaka kentinin Shinsaibashi caddesi ile ciddi benzer bir yer. Zati bu ülkede adamların kentin merkezi deyince anladığı ya üstü kapalı alışveriş ve yemekçi sokakları. Ya da yer altı entegre çarşıları ki bunun burada ki adı Shareo Underground Shoping Mall oluyor. Çok söyledim ama Japonlar sanırım köstebekgillerden. Böylesi bir deprem ülkesinde bu denli yer altı çarşısı merakı sanırım kendine fazla güvenden oluyor.



    HiROSHiMA CASTLE ise hemen sıfır noktasına yakın konumda kısa süre yürüyerek sürede ulaşacağımız bu kale, 1590’da inşa edilmiş. Aslında bu kalede, atom bombası atıldıktan sonra yerle bir olmuş. Ama 1958’de yeniden inşa etmişler. Özellikle 350’den fazla sakura ağaçlarının, yemyeşil süslediği kalenin çevresi tam huzur bulacağınız türden bir yer. Çevresi su kanalları ile çevrili Çok değişik mimarisi bulunan bir yapı. Eski Shogunlar kale denilen bu evlerde otururlarmış. Bir çok kentte var olan bu kalelerin hemen tamamı su dolu hendeklerle çevrili. Tokyo'daki en çok hendek içereni ve en büyüğü şimdi orada Japon imparatoru oturuyor. Dolayısı ile sizi içine almıyorlar. Size gündüz veya gece kenarına götürüp kalenin görsel güzelliğini görmenizi tavsiye ediyorum.



    MiYAJiMA 宮島



     Resimden de okuyabileceğiniz gibi bu ada Japon inanışına göre tanrıların ve insanların bir arada yaşadığı Japonya'nın en kutsal ve en korunmuş minik adası.

     Burası Hiroşima'nın ateşini söndürebilecek güzellik ve doğallıkta bir ada. Aslında çok ta küçük olmayan bir ada ama dağları tanrılara ve ruhlara bırakıldığı için çok azında insan yerleşimi var. Adanın geçmişi 860 yılına kadar gidiyormuş. Adada hem Budist hem de Şinto tapınakları kullanılmaya başlanmış. Haliyle 2 din günümüzde olduğu gibi, şimdide etkileşim halinde. Aslında adanın asıl adı Itsukushima ama Miyajima onun popüler adıymış. He birde, Miyajima “Tapınak Adası” demekmiş. Zaten bunu daha adaya iner inmez her yerde göreceksiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse, şimdiye kadar gördüğüm en dini ada burası sanırım.



      Adadaki İtsukushima tapınağı'na o kadar önem arz ediliyormuş ki tüm ruhların buraya bağlanması için çaba gösterilmiş. Bunun yolu tapınak yapılırken kimse ölmemesi ve kimse doğmamasıymış. Bu sebeple hamileler ve yaşlılar inşaat süresince adadan uzaklaştırılmış. Yine de kimsenin ölmemesi sağlanabilmiş mi? insan merak etmeden geçemiyor tabii.



      Adaya iner inmez önce küçük bir pazar sizi karşılayacak. Çok şirin görüntüsü olan minicik bir köyde bir iki sokağı kapsayan sempatik bir yer burası. Pazarın içerisinde kaybolarak, tapınakların olduğu bölgeye doğru ilerliyorsunuz. Bu arada adanın her yerinde yine geyikler var. Burada da tıpkı Nara’da olduğu gibi, geyiklere dokunmamışlar. Neden ? Çünkü kutsal. Geyikler son derece evcil, insan perver ve yemek sever durumdalar. Yemek verilmesi konusunda ısrarcı, verilmemesi durumunda takipçi olabildiklerini kesinlikle belirtmem gerekir. Eğer geyik korkunuz varsa açıkta yiyecek taşımayın.



      Tapınakların olduğu bölgeye doğru ilerlerken suyun içerisinde bir kapı göreceksiniz. Ben burayı incelerken eskilerden bir anı hatırladım. “O mu, değil mi.” derken, kalp atışlarım hızlandı ve küçükken evimizde bulunan Japonya kitapçığının üzerindeki kapı olduğunu anladım. Aslında diyebilirsiniz “Kapı işte. Ne var bunda ?” diye. Olay o değil. Olay dünyanın ne kadar küçük olduğunu görmek. Olay hayallerin peşinden gidip, onca zaman görmeyi düşlediğin bir şeye sonunda sahip olma mutluluğu. Daha 10 yaşımda küçük bir çocukken hayal ettiğim uzaktaki bir yeri görmenin mutluluğu. Kapı gelgit yüzünden bazen denizin içerisinde gibi görünüyor, bazen karada. Gelgit sayesinde her 2 duruma da şahit olabiliyorsunuz. Kapı ülkenin en önemli 3 dini simgesinden birisi konumunda. Tanrıların ve ruhların bu kapıdan girip çıktıkları inancı hakim buralarda. Bazen düşünüyorum bu Japonlar ne değişik insanlar diye?




     Tapınak tamamen su kıyısına ve direkler üzerine inşa edilmiş. Eskiden adanın kutsallığı bozulmasın diye, din adamları dışında gelenlerin bu adaya ayak basmasını istemiyorlarmış. Kutsallık o derece yani. UNESCO Dünya Miraslarından birisi. 1168 yılında dönemin en güçlü Kralının emri ile kralın aile tapınağı olarak inşa edilmiş. Kırmızı renklerin hakim olduğu tapınak içerisinde yürüyerek her bir köşesini hayranlıkla gezeceğinizi düşünüyorum. Giriş ücreti 500 yen, o acayip kutsallık içeride kapıda materyalist dünyanın gerçekleri var. Pamuk eller cebe.




     Artık en çok merak etmeniz gereken Tibet tarzı Budist dinine inanan Japonlar için çok ama çok önemli olan Daisho-in tapınağı için minik bir dağa tırmanmaya hazırız değil mi?. Hava tertemiz geyiklerle dolu ormanların içerisinde bir mekan. Her yer yemyeşil ormanlık bölgede sadece Ağustos böceklerinin sesi duyuluyor.



     Bu tapınaklar aslında Shingon Budizminin bir parçası ve 12 yy da inşa edilmişler. Misen dağının eteklerine kurulu tapınaklar birden fazla sayıda ve Tibetli keşişler tarafından yapılmışlar.



     Gerçekten görsellikten etkilenmemek mümkün değil. Kendi adıma bambaşka bir kültür içinde, farklılıkları görünce çok mutlu oluyorum. Yine aynı soru kafamda : Dünya tek dil, tek din, tek millet olsa ne sıkıcı olurdu…




    Ama özetle ; bu adamların birçok inançları talihe ve şansa dayalı. İşte “Şunu yaparsan, böyle şans getirir. Bunu yaparsan, kaderin yüzüne güler.” gibi batıl inançlar çoğunlukta. İşin özünde bir felsefe de var tabi ki. Bir çok din adamı ve öğrencileri de, böyle tapınaklara gelerek, önce kendi ruhlarını ve dinginliği öğrenerek, sonradan öğretilere başlıyorlarmış.



     Miyajima için yazacaklarım bundan sonra yemekle ilgili. Burasının en orjinal ve en gözde yemeği Okonomiyaki. Ama bu okonomiyaki Hiroşima’ya özelmiş. Osaka’da ki gibi değilmiş tarzları daha farklı oluyormuş. Aslında “İstediğin gibi pişir” anlamına gelen bu yemeğin net bir içeriği yokmuş. Japonlar buna “Japon pizzası” da diyorlar. Ama özünde, lahana, yumurta, noodle eriştesi, peynir ve et veya balığın, karıştırılıp ızgarada pişirilmiş hali. Üzerine de yine kendilerine has sos ilave ediyorlar. Birde dostlar, gelmişken mangalda pişmiş oister yani istiridye de yemelisniz. Tayiyaki pirinç tatlısının da bir kaç çeşidi burada pek meşhurmuş.

Tapınaktı, gemiydi, kapıydı, geyikti, tatlıydı, istiridyeydi derken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız bu Pasifik adasında. Büyüleyici bir yer Miyajima çok doğal ve kutsal ruhunuza iyi gelecek sanırım.




     Toplamda bu yazdıklarım için gelip dönebilirsiniz bu kentten ama mutlu, huzurlu, buruk ve acılı karışık duygulu olacak sanırım. Değecek mi bence evet.



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page