Hakkında bir şeyler yazılması gereken fakat bir şeylerin yazılmasının zor olduğu yerlerden birindeyiz. Avusturya'nın en popüler ve dünyanın en çok resmi çekilen köyündesiniz diyebiliriz. Nüfusu sadece 900 ama yüksek sezon olan yaz günlerinde günde on bin turist ağırlayan bir köy. Bu turistlerin çoğunluğunu sadece bir kaç resim çekmek için gelen tur otobüsleri oluştursa da minik bir köyde nasıl bir kalabalık oluştuğunu tahmin etmek zor değil sanırım.
Yerleşik nüfusun birkaç yüz kişiyi aşmadığı Hallstatt, yakınlarındaki tarihi çok eskilere dayanan maden yataklarıyla da ünlü. Üstelik bu madenler uzun yıllar boyunca ülke ekonomisi açısından da büyük öneme sahipti.
Köye Salzburg yönünden geliyorsanız köye yaklaşınca bir tünele girmeniz ve köyün öbür tarafına geçmeniz isteniyor. Köy dik bir dağ kıyısına ve göl ile arasında dar bir aralıkta sıkışmış olduğu için merkeze araba girmesine izin verilmiyor. Arabanızı yerin biraz daha geniş olduğu ve köyün devamı sayılabilecek bir düzlük alana bırakıyorsunuz. Bu noktadan sonra ya 600 metre kadar yürüyerek ya da tekne ile köye ulaşabiliyorsunuz.
Köyün ilk yürüdüğünüz yön olan güneyden de kuzeyden de görüntüsü çok güzel. Ancak dünyada instagram'da en çok yayınlanan köy resmi unvanını getiren manzara köyün kuzeyinden görünüyor.
Tablo gibi bir dağ, tertemiz bir göl, özenilerek yapılmış evler ile şirinlik abidesi bir yer burası. Bu denli şirin görünümüne karşın tüm köyü görmenizin onlarca resim çekmenizin üç dört saat içerisinde tamamlana bileceği küçük bir yer burası.
Şehir hayatından çok bunaldıysanız üç gün kalabilirsiniz. Ancak amacınız köyü görmekse yarım gün sizin için yeterli olacaktır. Salzburg'dan bir saatten biraz fazla uzaklığı ile Münih veya Salzburg seyahatlerinizde yarım gün görülmesi gereken bir yer burası.
Şirin evleri ve süper manzarayı saymazsak köy de yapılabilecek bir kaç ufak aktivite kalıyor geriye.
Meydan civarında dolanıp resim çekmek ve dükkanlara bakmak ki bunu illaki yapacaksınız.
Funikulere binip yukarıdaki tuz madenine ve skywalk adı verilen gözlem platformuna çıkmak. Ki bu aktiviteyi yürüyerek ye yapmanız mümkün. Tuz madenini ilginç bulan yazılar okusam da ben görmedim. İlginizi çekti ise gitmeden incelemenizi öneririm.
Beinhaus (Kemik Evi)
Kemiklerin biriktirilerek sergilendiği bir ev olarak adlandırılabilir. Bu Stephen King romanı tadındaki girişten sonra tam da böyle bir şey görmeye hazırlana bilirsiniz. Bu kemik ev köyün tepesinde görülen St Michael Kilisesi’nin girişinde bulunuyor. Özellikle 1700’lü yıllarda zamanla mezarlıklar dolduğu için ölülerin kafataslarını ve kemiklerini ölümden on yıl sonra çıkarıp kurutmuşlar, temizlemişler ve kafataslarını motiflerle boyamışlar.
Bu tuhaf gelenek 20. yüz yıla kadar devam etmiş. Çıkarılan kemikler istiflenirken ölenlerin kafatası üzerine isin ve bir takım motifler yapıldıktan sonra sergilenmek için koyulmuş. Buradaki en son konulan kafatası ise 1983 yılında ölen bir kadına aitmiş. Kendisi ölmeden önce kemiklerinin ve kafatasının oraya konulmasını vasiyet etmiş.
Eğer bir oda dolusu boyanmış kafatası görmek sizin için ilginç bir fikirse bu değişik yeri görmenizi öneririm. Sonuçta benzer bir şey görmek çok sık ta yapabileceğiniz bir şey değil. İnsanların acayipliklerinin sonu yok sanırım.
Küçük bir köy için büyük ve sıcak bir yazı.